Site icon International Journalists

Yüksel Durgut: “Hayat bisiklete binmek gibidir”

Türkiyede aylarca cezaevinde kaldıktan sonra, Almanya’da mülteci bir gazeteci olarak hayatını sürdürmek zorunda kalan Yüksel Durgut, ADFC (Almanya Bisikletçiler Federasyonu) Dergisi’nde.
Durgut’un bisiklet ve özgürlük arasındaki kurduğu duygusal bağı anlattığı makaleyi ilginize sunuyor, her şartta mesleğe devam edebilmenin güzel bir örneğini sergilediği için tebrik ediyoruz.

Özgürlük ve Pedallar

Yüksel DURGUT (UNNA) – Makalenin başlığını gördüğünüzde böyle bir dergi ile Özgürlüğün ne alakası var dediğinizi duyar gibiyim. Kimileri için “Özgürlük” belki de sadece bir kelimeden ibarettir. Kimileri için ise Özgürlük, hayatını bir bisikletin iki tekerliği üzerinde taşıması kadar zordur.

Ya pedallar… İki çift pedalın benim için bir makale başlığında yer alabilecek kadar neden önemli olduğunu anlatacağım. Yetmişlerin başı çocukluğumun geçtiği yıllardı. En büyük eğlencinin gerçekten bisiklet kullanmak olduğunu sevgili Tanja Bork benden makale yazmamı istendiğinde hatırladım. Gerçekten bir şehirden başka bir şehire gezmeye gitmenin lüks olduğu, bisikletin ise zenginlik göstergesi olduğu dönemlerden bahsediyorum. O zamanlar hemen her evde bisiklet yoktu. Olanların ise parmak ile gösterildiği dönemleri hayal etmenizi istiyorum.

Büyüklere ait Bisiklete ayaklarını yandan pedallara basarak yarım pedal dediğimiz önce yarım yarım, ustalaştıkça tam pedal çevirerek kullanırlardı. Ben çok özeniyordum ama korkuyordum da. Doğduğum şehrin sokakları o zamanlar Arnavut kaldırımıydı. Bisikleti o zeminde götürebilmek bir çocuk için özgüven sahibi olabilmenin ilk adımıydı. Çakıl taşlı ya da toprak bir yolda bisikletin arkasını kaydırarak yan gitmenin olduğu gibi. Dizlerimin ve dirseklerimin yara içinde kaldığını hatırlarım.

Büyükannem herhalde iki teker üzerinde düşmeden gidilmesinden dolayı bisiklete ‘Şeytan arabası’ dediğini biliyorum. Neden bu ismi taktığını ise yaşadıkları dönemin en büyük icadı olmasından kaynaklandığını sanıyorum. Bazı coğrafyalarda “Cin arabası, Cin atı” gibi ifadeler kullanılsa da “Şeytan Arabası”, bisiklet için yapılan benzetmelerin başta geleniydi. Bu benzetmeyi yapanlar “Durduğunda devrilen, ancak hareket halindeyken dengede kalabilen bu tuhaf ‘şey’ ancak Şeytan’ın işi olabilir” diye düşünmüş olmalılar.

Bisikletin hemen herkesin vazgeçilmez ulaşım aracı olduğunu Avrupa’ya geldiğimde gördüm. İstanbul’da yaşadığım yıllar boyunca evden işe bisiklet ile gidebilme hayalimi hiç gerçekleştiremedim. Bisiklet yolunun en büyük lüks, iki tekerlikli ulaşım aracının ise büyük düşman olarak görüldüğü bir metropol şehir İstanbul. Saygının bisiklet ve motorbisiklet için asla var olmadığı bir gerçek. Sadece belediyelerin seçim zamanlarında bir oy için gündeme getirdikleri bisiklet yolları projesi sadece bir hayal olarak kalmıştır. Dünyayı bisiklet ile turlayan 59 yaşındaki Fransız bisikletçi Christian Jean Auguste Niaffe Türkiye’nin Marmaris İlçesi’nde, 2015 yılında emniyet şeridinde ilerlerken bir otomobilin arkadan çarparak hayatını kaybetmesi “Bisiklet ve Türkiye” ikilisinin aklımda kalan en büyük haberidir (Bild.1)

İstanbul’da Bisiklet ile seyahet edebilmek için en uygun icadın “Katlanabilir Bisikletler” olduğuna inananlardanım. Bu yüzden ilk çıktığında satın almış ve iş yerine giderken birkaç Durak önce iner-biner düşüncesi ile sabahı zor etmiştim. Ama o sabahlar bana kabus olmuştu. İstanbul’un zaten alışık olmadığı Bisklet kültürünü bir de otobüs içinde taşımak çılgın bir düşünce olduğu ilk denememde otobüs şoförü ile aramdaki kavga ile başlamıştı. İlk otobüs şoförü binmeme izin vermemiş, ikinci şoför ayrıca bisiklet için bilet istemiş, bir diğeri ise durakda bile durmamıştı. Katlanabilir bisiklet ile bir kere iş yerinden eve kullanmak zorunda kalmış ve o akşamdan sonra da yok pahasına satarak hayalimi yaşadığım bu topraklara, Unna’ya sakladım. İşte “Özgürlük” bir bisikletin iki pedalı kadar basit görünse de benim için “büyük bir rüya” oldu.

Gazetecilik mesleğimden dolayı cezaevinde geçirdiğim günlerde öğrendim “hayal kurmayı”. Şimdi ise geride bıraktığım yüzlerce Gazeteci arkadaşım o hayalleri kuruyor. Kağıttan Flütler yapıyorlar, hayallerini kitaplara yazıyorlar ve şöyle sesleniyorlar: “Bize boy boy düşler doğurun, biz onları büyütürüz!”

Cezaevinden çıktığımda en çok gökyüzünü özlemiştim. Şimdi o gökyüzü altından özgürce bisiklet kullanabiliyorum. Her pedalı çevirdiğimde geride bıraktığım arkadaşlarımı düşlüyorum.

Şimdi ise bisiklet aşığı bir insan ile yaşıyorum. Onun ki bir tutku, imreniyorum binlerce kilometre pedal çevirmesini. Hala Türkiye’de iki bisiketim var. Ama Almanya’da ki tüm bisikletler benim. Sıcak, soğuk, kar, kış demeden pedal çeviren insanları gördükçe kendimi özgür ve o bisikletin üzerinde hissediyorum. 2018 yılında ilk geldiğimde satın aldığım bir bisikleti ve sahibinin bir diğerini de hediye etmesini unutmayacağım. Unna’ya ilk geldiğimde ters kaldırımda gittiğim için 20 €’luk cezayı da tabii ki unutmayacağım. Ama kısa süre sonra onlarca kilometrelik bisiklet turu ve edindiğim güzel dostluklar da anılarımda kalacak. (Bild.2) Bana hediye edilen ilk pembe bisikleti de unutmayacağım. Bu ülkenin insanlarını bana Özgürlüğü bir çift pedal ile hatırlattıkları için asla unutmayacağım.

Son söz ise Albert Einstein’dan gelsin ; “Hayat bisiklete binmek gibidir. Dengede kalmak için, hareket etmeye devam etmen gerekir.”

Exit mobile version