Bir köşe yazmamın rica edildiği bu sitenin gazetecilere hitap ettiğini gördüm. İletişim mezunu olmadığım için bu mesleğin teoride eğitimini almadım, yalnız şu sıralar medya etiği üzerine akademik çalışmalarım var. Yerli ve yabancı dostlarımın deyimiyle, gazeteciliği hiç seçmedim ama gazetecilik beni bir türlü bırakmıyor. Hep sahada olduğum için, bu mesleğin gerçek temsilcilerine karşı tevazulu kalıp, yaşadığım ülkelerdeki tecrübelerimi aktarmanın, gazeteciliğe yeni başlayanlara faydası olabilir diye düşündüm. Bu tecrübelerin ortak yönü, 2003 yılından beri muhabirlik yaptığım Hindistan, Sri Lanka ve Güney Afrika’da basına hiç bir müdaheleye rastlamamam oldu. Yani Avrupa ve Asya’nın ortasında, medeniyetler beşiği denilen Türkiye’de, Cumhuriyet kurulduğundan beri gazeteciler hep hapsedilir, faili meçhul suikastlara kurban gider, gazeteleri ellerinden alınırken ben; ne inekler geziyor, farelere tapılıyor diye gülünen Hindistan’da; ne günde yüzlerce insanın öldürüldüğü, olağanüstü halle yönetilen, tarihin en kanlı savaşlarından birinin yaşandığı küçük Sri Lanka adasında; ne de, kendisine 400 yıldır her türlü zulmü yapan, ırkçı Apartayt idaresi zulmünde insan yerine bile konmayan Afrika’nın binlerce siyah sendikacılari arasında fotoğraf çekerken, röportaj yaparken (çok beyaz tenli olmasak da beyaz kategorisindeyiz) en küçük bir sataşmanin, müdahelenin muhatabi olmadım.
Hiç unutmuyorum, 2004 yılının Mayıs ayı idi. Hindistan’in bağımsızlığını kazandığı 1947’den beri ülkede defalarca iktidara gelen Ulusal Kongre Partisi, rekor bir durum olarak sekiz yıl iktidardan uzak kalmış ve sürpriz bir şekilde tekrar iktidarı kucaklamıştı. 1.2 milyarı aşan dünyanın ikinci en kalabalık ülkesinde, yüzmilyonlarca insanın oy kullandığı, toplamda 2.6 milyar Dolar harcanan seçim kampanyasının ardından beklenen gün gelmişti. Yeni Delhi’deki salonda bütün kameralar yerini almış, Yüksek Seçim Kurulu Başkanı, gayet mütevazı bir tişört-pantolonla, canlı yayında sonuçları açıkladı. Bende küçük kameram ile Başkanı görüntüledim. Canlı yayın bitiminde Seçim Kurulu Başkanı’nın yanına gittim, ayaküstü konuşmalarını görüntüledim, başkana bir adam geri atmasını söyledim,daha iyi görüntü için, o da geri adım attı. Kimse de müdahele etmedi.Çok şaşırmıştım, Türkiye’de olsa böyle bir durum, itişip kakışmadan zor olurdu.
Sri Lanka’da savaşa rağmen, Kuzeydeki asıl çatışma bölgelerini geçtim, Kolombo şehrinin her yerinde hemen her gün intihar bombacılarının kendilerini onlarca insanı katlettiği bir şehirde, kardeşleri ile ülkeyi yöneten “Demir Yumruk” Mahinda Rajapaksa, dünya gazetecilerini ağırlıyordu. 10-15 yabancı gazeteci ile biraraya geldiği bir akşam yemeğine ben de katılmıştım. Avrupalı gazeteciler Başkan Rajapaksa’ya çok zor sorular soruyorlardı. Başkan ve Ordu Başkomutanı Rajapaksa, “Sinhala ordusunun Tamil sivilleri katlettiği ve kısa zaman önce baskına uğrayan, yakılan bir gazete binasına saldırıda kendi ekibinin parmağı olduğu minvaldeki sorulara” gayet medeni tavırlarıyla cevaplar veriyordu. Hatta BBC muhabirisi idi zannedersem, başkanı o kadar sıkıştırdı ki, “Vay be medyacın gücü de neymiş!” demiştim kendi kendime, genç bir gasteci olarak. Çok ilginçtir, Tamiller ağırlıklı Hindu olduğu için, Kolombo’daki Hintli gazeteciler, sıklıkla Tamil gerillalarının kamplarına giderdi. Gazetelerde; Tamil Kaplanları liderlerinin kamplarında, Tamillerin basın toplantılarında resmini gördüğünüz Hintli muhabirleri, savaşın en şiddetli olduğu günlerde, aynı hafta içinde Kolombo’da Sri Lanka ordusunun programında, Devlet Başkanı’nın, bakanların basın toplantılarında görürdüm. Yani bu insanların basına, gazeteciye muameleleri halen beni şaşırtır. Basın özgürlüğü bu olsa gerek. Bu Hintli gazeteciler, Sri Lanka hükümeti tarafından hiç teröristlikle, teröre yardım etmekle suçlanmadılar.
Dünyanın en büyük demokrasisi Hindistan ve en kanlı savaşı yaşasa da, okuma-yazma oranı ile, tarihi ve medeniyeti ile övünen ve kültürünü devam ettiren Sri Lanka’nın ardından beni asıl şaşırtan Sahraaltı ülkelerinin demokrasisi oldu. Güney Afrika siyasi olarak hep fokur fokur kaynayan, siyah-beyaz gerginliğinin devam ettiği bir yer. Güney Afrikalılarin dünyanın en acımasız ırkçı yönetimini tecrübe ettiği bu ülkede siyahlar 1994’den beri iktidarda olmalarına rağmen ülkenin ekonomisini, yeraltı kaynaklarını, arazilerini büyük ölçüde beyazlar yönetiyor. Nelson Mandela’nın vefat ettiği 2013’ten itibaren, özellikle radikal sol parti Ekonomik Özgürlük Savaşçıları (EFF) partisi liderleri bazı söylemleriyle demokrasinin dışana çıksalarda, fiziksel olarak gazetecilere herhangi bir müdaheleye bulunmadilar. Sadece EFF liderlerinden birisi kendisinden izinsiz resim çektiğini iddia ettigi beyaz fotomuhabirden, fotoğraflarını silmesini istedi, fotoğraf silinmeyince muhabirin boğazına yapıştı. Ülkede yargının da gücüyle, genç politikacı daha sonra gasteciden özür diledi.
Güney Afrika’yı yöneten Afrika Ulusal Kongresi (ANC) 1912’de, beyazlardan arazileri tekrar almak için kurulmuş bir parti. Yüz yılı aşkın devam eden ANC 80 yıl boyunca bir özgürlük hareketi olarak devam etmiş, son 24 yıldır ise ülkeyi yönetiyor. Nelson Mandela’dan bu yana toplam beş ANC üyesi Devlet Başkanı olarak ülkeyi yönetti. Mandela çok yaşlı olduğu için ancak hastalık ve ölüm haberlerini yapabildik. Diğer dört devlet başkanı ile bir çok programda muhabbet etme şansımız oldu. Şu anda ülkeyi yöneten Cyril Ramaphosa, gazetecilerle muhabbet eden, hal hatır soran bir karaktere sahip. Geçenlerde yoğun programına rağmen yabancı gazetecilerle özel bir yemekte biraraya geldi, bütün soruları cevapladı. Gazetecilerden en az soru alan bir önceki Devlet Başkanı Jacop Zuma’da, hakkında gece gündüz yolsuzluk haberleri yapan gazetecilerle yıllarca biraraya geldi, yerli editörler derneğini defalarca misafir etti, sorularını dinledi. Zuma kendisini sosyal medyadan, ana akım medyadan eleştiren tek bir gazeteciyi hapsettirmedi. İki dönem ülkeyi yöneten Zuma, şu anda hakkındaki yolsuzluk iddiaları ile ilgili süren mahkemelerde defalarca ifade verdi. Aynı davada yargılanan Zuma’nın oğlu mahkemeye, ayağına zincir vurulmuş şekilde çıkarıldı, Zuma’yı en çok eleştirenler bile bu duruma isyan etti. Zuma oğluna yapılan muameleye hiç bir karşılık vermedi. Güney Afrika’nın en entellektüel devlet başkanı olarak bilinen, akademisyen Thabo Mbeki ile çok rahat şekilde muhabbet edersiniz. Hatta kendi vakfındaki bir programda, Ortadoğu’yu çok iyi bilmesine, bir çok liderle yakın arkadaş olmasına, arabuluculuk rollerine rağmen, ben kendimi tanıtınca, “bize biraz Ortadoğu ülkelerini anlat” dedi. Beni yaklaşık 10 dakika dinledi.
Türkiye’de darbe olunca, Güney Afrika’nın yerel medyasına bir çok söyleşimiz oldu. Radyolarına, televizyonlarına, gazetelerine konuştuk, yazdık. 130 yıllık medya grubu, gazetelerinin fikir sayfalarında bizim yorum yazılarımıza yer verdi. Farklı seslere ihtiyacımız var dediler.
Türk insanı olarak; idarecilerimizden halkımıza, öğrencilerimize, köylümüze, şehirlimize çok gururluyuzdur. Medeniyet merkezinde oturduğumuzu iddia ederiz. Her şeyin en iyisini biliriz. Dünyayı daha iyi tanıyalım. Demokrasimizi, basın özğürlüğümüzü garanti altına alalım. Gazeteciler olarak birlik ve beraberliğimizi koruyalım. Demokrasinin direği olan düşünce ve ifade özgürlüğünde Hint’in, Sri Lanka’nın, Afrika ülkelerinin gerisinde kalmayalım.
TÜRKMEN TERZİ-SERBEST GAZETECİ