Türkiye’de Doğan Medya Grubu bünyesindeki yayın organlarının tamamının Demirören Medya Grubuna satılmasıyla Medya Sahipliği (Media Ownership) konusu tekrar tartışılmaya başlandı.
‘Merkez medya’ olarak bilinen Doğan Grubunun satışıyla Türkiye’de bir dönem kapanmış oldu. Türkiye’de medyanın yüzde 10’unu oluşturan Doğan Medya’nın satışı medyadaki dengeleri de değiştirdi.
Bünyesinde Milliyet ve Vatan gibi gazeteleri de bulunduran Demirören Grubunun Türkiye’deki medya payı yapılan bu satışın ardından yüzde 16’ya yükseldi ve en büyük medya kuruluşu oldu.
Medyadaki el değiştirmeler sonucunda Türkiye’de basın özgürlüğünün tehlikeye girdiği yorumlarını yapan Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü Türkiye temsilcisi Erol Önderoğlu, medya sahipliği ve basın özgürlüğüyle ilgili Euronews Türkçe’nin sorularını yanıtladı:
Daha önce verdiğiniz bir röportajınızda Doğan Medya Grubunun Demirören’e satılmasını ‘siyasi bir operasyon’ olarak değerlendiriyorsunuz. Sizce, gerçekten bu ‘siyasi operasyona’ gerek var mıydı?
Bir kere Demirören grubu belli ki iktidar çevrelerinin desteğiyle Doğan Haber Grubunu satın alıyor. Gerek var mıydı? Aslında bakarsanız siyaseten Ak Parti’nin, Milliyetçi Hareket Partisiyle bir dirsek temasıyla ya da bir ortaklıkla seçimlere hazırlandığını görüyoruz. Dolayısıyla, çoğunluğu elde edeceğini düşünenler için medyayı bu kadar aşırı şekilde denetim altına almaya gerek var mı diye sorulabilir. Ama bence iktidar, 2019 Genel Seçimleri öncesinde kendisini çok da rahat hissetmiyor.
Dolayısıyla, ana akım medyanın, yani ana akım ticari medyanın, yüzde 80’ini elinde bulunduran veya kendisine yakın iş çevreleriyle yayın politikalarını kontrol eden bir iktidar belli ki Doğan Grubunu satın aldırmakla muhalefetin sesini kesmeye çalışıyor.
Yani bundan önce, Doğan Medya Grubu ana akım medya içerisinde ortada duran ama yine de laikliğin, cumhuriyetin ya da liberal siyasetin destekçisi gibi bir yayın yaparken, bundan sonra bu grubun da pasifize edilerek ana muhalefet partisi olan Cumhuriyet Halk Partisinin ve diğer muhalif partilerin seçim döneminde daha az görünür olmasına da kapı aralamış oluyor. Akademinin, medyanın ve sivil toplumun susturulduğu bir dönemde muhalif siyasi partilerin çıkabilecekleri medya platformu kalmasın diye bu yayınları pasifize etmek bana göre oldukça tehlikeli. Bugünün şeffaf, çoğulcu ve demokratik değerlerini arayan toplumlara da hiç yaraşan bir durum değil.
Peki tam da bu anlamda, medya sahipliği konusu da gündeme gelmişken, sizce Türkiye’de özgür medya diyebileceğimiz kesim yüzde kaça tekabül ediyor?
Bence yüzde 20’den az bir oran çok değişik politik perspektifte yayın yapabiliyor fakat bu yayınlarını da her gün mahkeme önüne çıkarak, her gün ceza kanunu, terörle mücadele kanunu, basın kanunu gibi yasal düzenlemeler itibariyle hesap vererek yapabiliyorlar.
Sol yayın yapan Evrensel gazetesi var, Birgün gazetesi var, cumhuriyetçi bir yayın yapan Cumhuriyet gazetesi var, Yurt gazetesi var milliyetçi yani laik-milliyetçi bir çizgide, Kürtlere hitap etmeye çalışan ve yeni bir gazete olan Demokrasi gazetesi var. Bir avuç kadar gazete özgür yayın yapmaya çalışıyor. Fakat bunların toplam tirajları oldukça sınırlı. Genel yaptıkları özgün haberleri, kamu yararına işaret eden haberleri ve eleştirel haberleri Türkiye genel kitlesine ulaştırmakta zorluk çekiyorlar.
Onun dışında, Türkiye’de gazetelerin genel tirajları da çok sağlıklı değil çünkü haber veren 30 kadar ulusal gazetenin toplam tirajının 3 milyonun altında olduğunu görüyorsunuz. Türkiye 80 milyonluk bir ülkeyken sadece 3 milyon kişi gazete okuyor. Dolayısıyla gazeteler birbirinin benzeri çıktığı için, televizyon kanalları hep bir ağızdan iktidar propagandası yaptığı için veya farklı renkten şaşırtan bir haber ekrana yansımadığı için hiçbirinin tirajlarının ya da reytinglerinin öyle çok olduğu söylenemez.
Dolayısıyla Türkiye’de aslında çoğulcu habere ihtiyaç var. Ancak, çoğulcu haberi destekleyen hükümet politikaları bir kamuoyu yaratabilir, kanaat önderleri ortaya çıkarabilir. Oysa bugün Türkiye’de bunun tam tersinin yapıldığını görüyoruz.
Yani ne kadar kıymetli olursa olsun, görüşler eğer iktidarın huzurunu bozuyorsa baskıya maruz kalıyorlar. Bu da toplum olarak kendi akademik değerlerini, kendi medya değerlerini ve kendi yargı değerlerini yok eden bir ülke olarak uluslararası kamuoyunun karşısına çıkıyor.
Peki RSF’nin verilerine göre Türkiye’de şu an ne kadar tutuklu gazeteci var?
RSF 120 kadar gazeteci ile ilgili bir liste üzerinden çalışıyor. Fakat vaka vaka girdiği değerlendirmelerde RSF, Türkiye’de 40’ın üzerinde gazetecinin gazetecilik faaliyetlerinden dolayı hali hazırda cezaevinde olduğunu ifade ediyor. Bunu ötesinde de, 20-30 kadar tutuklu gazetecinin dosyası da hala inceleme aşamasında.
Ama 40 kişi de deseniz 150 kişi de deseniz Türkiye bu yönüyle gazeteciler için dünyada en büyük cezaevi olma özelliğini taşıyor. Siyasi iktidar uzun yıllardır bu sorunu, başvurduğu radikal politikalar ve baskı politikaları nedeniyle bir türlü çözemedi. Şu anda da yargı iktidar denetimine girdiği için de, ne yazık ki, Türkiye’de hukuk devleti de kalmamış durumda. Tutuklu gazeteciler için tek özgürlük kapısı Avrupa Birliği kapsamında ve Avrupa Konseyi kapsamında yaratılacak fırsatlar olarak gözüküyor.
Bu sayıların değişebileceğini söylediniz az önce. Mesela Gazetecileri Koruma Komitesine (CPJ) göre de 73 tane gazeteci tutuklu deniliyor ve bu sayılar kurumdan kuruma değişebiliyor. Peki bu tutuklu gazetecilerin sayıları neye göre belirleniyor?
Ulusal bazda, yerel bazda ve uluslararası bazda çalışmalar yapan örgütlerin kendilerine göre yöntemlerinin ve parametrelerinin olduğunu söylemek doğru. Sınır Tanımayan Gazeteciler de Türkiye’de uyguladığı parametreleri İran’da, Fransa’da ve Çin’de de uygulamak zorunda. Dolayısıyla her örgütün kendisine göre yöntem esasları var. Kuruluşlar birbirinden farklı gazetecilerin dosyalarını elde edebiliyor bazı durumlarda. Bazen bizim elimizdeki dosyalar onlarda olmuyor, bazen onlardaki dosyalar bizde olmayabiliyor. Böyle bir yön de var.
Tabii ki biz isteriz ki bir tane daha fazla gazeteciyi savunalım ve dosyasının peşine düşelim. Sadece gazetecilerin adlarını listeleyerek ve karşısına çalıştıkları kurumu yazarak gazetecilerin dosyaları konusunda bilgi sahibi olduğumuz ve onları savunmaya yetecek bilgilerle donandığımız söylenemez. Dolayısıyla, rakamlar birbirinden farklı olabilir, bunda hiçbir sıkıntı yok. Zaten Türkiye’de hukuk devletinin zemin kaybettiğini ve medya özgürlüğünün hukuka aykırı şekilde bastırıldığı konusunda hem fikiriz. Dolayısıyla, bu rakamların farklılık göstermesi o kadar rahatsız edici değil. Yeter ki yerelde, bu gazetecilerin dosyası konusunda derinlikli bir araştırma olsun. Bence asıl sorun budur, yoksa CPJ [Gazetecileri Koruma Komitesi] de araştırma yapıyor, bizler de araştırma yapıyoruz [Sınır Tanımayan Gazeteciler], IPI [Uluslararası Basın Enstitüsü] de araştırma yapıyor, Avrupa Gazeteciler Federasyonu da yapıyor. Bu rakamların farklılığı beni rahatsız etmiyor doğrusunu isterseniz.
Son olarak, siz de 2016’da tutuklandınız ve sonrasında serbest bırakıldınız değil mi? Davanız şu an ne durumda?
Devam ediyor. Özgür Gündem gazetesi için organize edilen bir dayanışma kampanyasına katılan gazetecilerden biriyim. Tabii onlarca gazeteci meslektaşımız, yazar, sendikacı veyahut aydın da bu kampanyaya destek verdi. Bu gazeteye destek verdiğimiz için de ‘PKK propagandası yapmak’ suçlamasıyla hakkımızda dava açılmıştı. Davamız devam ediyor ve 18 Nisan’da duruşması görülecek bir kez daha. Yani 15 yıl hapis istemiyle yargılanmaya devam ediyoruz.
Kaynak: EuroNews