Gazetecilerin görevinin insanların hikâyelerini duyurmak olduğuna inanıyorum. Bu konuda empati ve profesyonellik, benim için eşit dere- cede önemli. İyi bir çalışma için ikisine de ihtiyaç var.
Arkadaşımın terörist (!) olduğunu öğrendiğim gece üniversitedeydik. Ben ve Türk oda arkadaşım zaman geçirmek için her gece çay içip birbirimize hikâyeler anlatıyorduk. Arkadaşım bir gece Türkiye’den Romanya’ya nasıl geldiğini anlattı. Hikâyenin sonunda, bunların bir uydurmaca veya gördüğü bir kâbusun etkisiyle anlattığını düşünüyordum.
2016 yazında, yurt dışında okuma hayalleri kuran 18 yaşında bir kızdı. Polis onu havaalanında taciz etmişti. Ailesinin peşindeydiler. Suçları mı? Babası, Gülen Hareketi’ne bağlı bir okulda öğretmendi. O gün ailesini son görüşüydü. Türk hükümetinin gözünde hepsi teröristti. Gazetecilik lisansımı bitirmek üzereydim. Bu hikâyeyi duyunca kendimi güçsüz hissettim.
Mesleğe yeni başlayan bir gazeteci olarak neler yapabilirdim? İnsanları, bu haberleri işe giderken okudukları hikâyelerden daha fazlası olduğuna inandırabilir miydim? O gece aklıma pek çok düşünce geldi.
Bütün bunlar, benim gibi genç gazeteciler için zaten mücadele veren profesyonel rol modelleri bulduğumuzda daha kolay hale geliyor. Bu- nun nasıl yapıldığını sadece profesyonel yanı ile değil, insani tarafı ile de görebilirsiniz.
Marianna Kakaounaki de onlardan biri. Yunan bir gazeteci, oda arkadaşım gibi Türk insanının hikâyelerini daha yakından incelemek için bu hikâyelerin yeterli olmayacağını ve insanların bunları kısa sürede unutacağını düşünenlerden. Bu nedenle “Invisible” adlı bir belgesel çekti. Öğ- rendiğim tek şey; otoriter siyasilerin, bir topluluğu dışlamaya çalıştıklarında, bu topluluğu ön plana sürerek, topluluğun mensuplarına sadece, yapmadıkları bir işi yaptığını zorla ifade ettirmekle kalmayıp, aynı zamanda bir isyanı da başlattıklarını ‘zorla söyletmeleri’ oldu. Ruhunuzu, acı çeken insanların sesi olabilmek için onların yanında hissedebilmek büyük cesaret ister.
Hâlâ öğrenecek çok şeyim olduğunu düşünerek ve merak ettiğim soruların cevaplarını bulabilmek amacıyla aklımdakileri Marianna Kakaounaki’ye sordum.
Bir gazeteci insanları daha görünür hale getirmek için ne yapabilir? Böyle bir durumda empati mi yoksa profesyonellik mi daha önemlidir?
Bizim görevimizin insanları daha görünür kılmak ve onların hikâyelerini duyurmak olduğuna inanıyorum. Tüm yapabileceğimiz bu. Ancak bunu gerçekten başarabilmek için derinlere inmemiz ve kişiyi, kişinin hikâyesini, geldiği dünyanın resmini daha yakından anlamamız gerekir. Benim için empati ve profesyonellik eşit derecede önemli. Bu işte gerçekten iyi olma adına ikisine de ihtiyaç olduğuna inanıyorum.
Avrupa’da devam eden göç dalgasında sizi en çok etkileyen olay ne oldu?
Göçmenlik hakkında yaptığım haberlerden hafızamda kalan çok farklı şeyler var. Zulüm görmüş Türk topluluğuna gelince, bu konuda beni en asıl etkileyen konu, bu insanların savaştan kaçmadıkları, demokratik olması gereken bir ülkede zulme uğradıkları gerçeği. Türkiye Cumhurbaşkanı insan haklarını ihlal ediyor ama yine de hiçbir şey olmamış gibi diğer dünya liderleriyle aynı masaya oturabiliyor.
Kariyerinizde ülkenize göç eden insanların hikâyelerini belgeleyeceğinizi hiç düşündünüz mü? Bu insanlar hakkında haber yapmaya başlamadan önce bunları fark etmiş miydiniz? Büyük göç dalgası aşağı yukarı ben genç bir gazeteci olarak işe başlarken ortaya çıktı. Bu insanların kim veya hikâyelerinin ne olduğunu bilmiyordum, ancak bunun üzerinde çalışmaya başlayınca konunun ne kadar önemli olduğunu anladım.
Dünyanın en önemli insanlık hikâyelerinin yaşandığı ülkelerden birinde haber yapıyorsunuz. Sizi bu hikâyeleri belgelemeye yönlendiren şey neydi? Dikkatinizi ne çekti?
Beni bu hikâyelere çeken pek çok farklı şey var. Bu hikâyelerin herhangi birimizin başına gelebileceği hissi gibi. Ayrıca bir süre sonra göçmenlere karşı olumsuz düşüncelerin oluşması, özellikle de büyük anne ve büyük babalarımızın geçmişte göç ettiği bir ülkeden geldiğimden, benim için şok etkisi yarattı. Bütün dünyaya, yaşanan hikâye ile gerçeği anlatmanın ve Yunanlılar için tarihin temiz sayfasında olmanın önemli olduğunu düşünüyorum.
‘Invisible’ adlı belgeselin çekimleri sırasında kahramanlarınızla 5 ay geçirdiniz. “Yakın zamanda unutulacak bir makaleden çok daha büyük bir çalışma olması gerektiğini” fark ettiğinizde amacınız neydi?
Zulme uğrayan bu toplum ile ilk kez 2016 yazında, darbe girişiminden birkaç ay sonra tanıştım. Tanıştığım insanların ve gördükleri zulmün bireysel vakalar olmadığını, devam eden büyük bir zulüm dalgası olduğunu anladım. Konu hakkında hiç kimse konuşmadığı için de bu hikâyeyi anlatma gereksinimi hissettim. Bu insanların kendileri bile konuşmaktan çok korkuyordu. Film için değil ancak makale için konuşmayı kabul etmeleri konusunda ikna etmem uzun zamanımı aldı. Bunun yeterli olmadığını, konunun daha derinine inmem gerektiğini düşündüm. Buna ulaşmanın tek yolunun ise hikâyenin derinlerine indikçe bir film projesi olduğunu anladım.
Bir gazeteci olarak ‘Invisible’ın çekimlerinde ülkenizden sürgün edilmenin nasıl bir şey olduğunu hissedebildiniz mi?
Kesinlikle! Çoğu zaman kendi kendime, “Bu ben olabilirdim” dedim. Bu insanlar neredeyse bir gecede her şeylerini kaybettiler. Bu nedenle filmi çekerken asıl amacım, “Seyircinin de bunu hissetmesi” gerektiğiydi. Filmi izlediklerinde hikâyelerini izledikleri ailelerle birlikte yürüyüp onların hayatlarını daha yakından anlamalarını istedim. Çünkü bu insanların hedefleri çok basit; özgür olup iş bulmak, faturalarını ödemek ve çocukları için daha iyi bir gelecek kurmaktı.
Yaşanan olaylarla ilgili haber yapmanızın sorunlara çözüm getirdiğini düşünüyor musunuz? Çözüme ulaşmak için haber yapmaktan daha fazlasını yapmak ister misiniz?
Çözüm getirmenin bizim görevimiz olduğuna hiçbir zaman inanmadım. Ancak umuyorum ki, karar veren insanlar filmi görüp makaleleri okuyacaklar ve daha bilgili bir şekilde karar verecekler. Nihayetinde bu bir çözüm getirebilir. Amaç, haber yoluyla etki yaratmak.
Gazeteci tarafınızla insani tarafınız arasındaki ince çizgi nedir? Ya da bu konu üzerine kırmızı çizginiz var mı?
Kırmızı çizgimi birkaç kez aştım. Ancak bir hikâyeye ve nihayetinde birinin hayatına bu kadar yerleştiğinizde bu kaçınılmazdır. Gazetecilik ilkelerimizi kontrol altında tuttuğumuz sürece bunun bir sorun oluşturduğunu düşünmüyorum. Aksine bu, gazetecilik çalışmalarına duygu ve “yürek” katabilir.
Sürgün bir gazeteci olsaydınız ilk olarak ne yapardınız?
Sanıyorum ki öncelikle hayatta kalma mücadelesi verirdim. Her şeyi kaybettikten sonra farklı bir yerde kendinizi bulmanız çok zor. Ailemin temel ihtiyaçlarını güvence altına aldığım zaman neler olduğunu anlatmaya çalışırdım diye düşünüyorum. Hayatta kalmak için muhtemelen başka bir “düzenli” işe ihtiyacım olacağını düşünsem bile kendi işimi yapmaya devam etmeyi umardım.
Olimpiyat Oyunları’ndaki sporcuların hikâyeleri mi yoksa insanların hikayeleri mi sizin için daha değerli?
Tüm hikâyeler önemlidir. Farklı görünebilirler ve pek çok durumda farklıdırlar ancak tümü bana gerçekten ilham veren bazı özellikleri paylaşır. İnsanların amaçları, odak noktaları ve azimleri için ne kadar çok çabaladıkları kendi özelliklerdendir.
Tarih yazılırken muhabir olarak orada bulunmak nasıl bir duygu?
Harika bir duygu. Tarihin bir parçası olacak bir hikâyede çalış- tığım için gerçekten kendimi onurlu ve gururlu hissediyorum. Ve en önemlisi de tarihin doğru yanındaydım ve sesi olmayanların sesi oldum.
*Muhabir / Zaman Romania