Türkiye’deki adaletsizliklerin ve insan hakları ihlallerinin dikkat çekildiği The Freedom Convention Türkiye (Özgürlük Sözleşmesi) bu yıl 10 Aralık’ta İnsan Hakları Günün’de gerçekleştirildi. 4. Kez düzenlenen Freedom Convention 2023, Harrisburg World Affairs Council (Dünya İlişkileri Konseyi) işbirliği ile yapıldı. İki panelden oluşan oturumda, uluslararası kuruluşların önemli rolü ve Türkiye’deki demokratik gerileme ile devam eden ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar masaya yatırıldı.
İlk panelde, Uluslararası İlişkiler Profesörü Baskın Oran, Gazeteci ve Harrisburg World Affairs Council CEO’su Joyce Davis, İnsan Hakları Avukatı Dr. Günal Kurşun ve AST İcra Direktörü Hafza Girdap, Türkiye’deki yargının bağımsızlığına vurgu yaparak, terörle mücadele yasalarının bireysel haklara etkilerini tartıştı. Özellikle 2016’daki olağanüstü hal sürecinde yaşananlar ve akademisyenlerin işlerinden uzaklaştırılması gibi konular ele alındı.
İkinci panelde, özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) rolü ve devam eden insan hakları ihlallerine karşı uluslararası kuruluşların önemi tartışıldı. Konuşmacılar arasında Sinam Mohamad, Andrea Barron, Johan Heymans ve Paridhi Singh yer aldı. AİHM’nin etkisi, Türkiye’de yaşanan son olaylar ve uluslararası toplumun bu konudaki sorumluluğu üzerinde duruldu. Panelde, Türkiye’deki baskıcı rejime karşı uluslararası işbirliği stratejileri ele alınarak, medya özgürlüğü, adaletin sağlanması ve adam kaçırma da dahil olmak üzere işkence ve mahkumlara kötü muamele gibi önemli konular da yer aldı.
Konuşmacılar, özellikle Türkiye’deki insan hakları savunucularının seslerini yükseltmek ve uluslararası toplumun bu konuda daha etkin bir rol oynamasını teşvik etmek adına çeşitli stratejiler önerdi. Türkiye’deki sorunların çözümü için uluslararası düzeyde güçlü bir işbirliği çağrısı yapılarak, demokratik değerlere ve insan haklarına saygının önemine vurgu yapıldı.
Konuşmacılardan Kesitler:
Baskın Oran:
“Darbeyle hiçbir bağlantısı olmayan her türden muhalif grup yoğun baskılara maruz kaldı. Temmuz 2016’da ilan edilerek Temmuz 2018’de kaldırılan ve kalıcı bir durum haline gelene kadar üçer aylık periyotlarla yedi kez yenilenen Olağanüstü Hal (OHAL) sürecinde, insanlar ifadeleri alınmadan tutuklandı ve özellikle üniversitelerde akademisyenler olmak üzere yaklaşık 130.000 kişi işlerinden uzaklaştırıldı.”
“AKP-MHP hükümeti, Suriye’ye asker göndermesi nedeniyle Batı ve Arap dünyasından ciddi tepkiler aldı. Bütün bu karmaşanın ortasında, hükümet Türkiye’nin uluslararası kredi kazandığını belirterek iç politika destekçilerini ikna etmek istiyor ve ‘Herkes bize imreniyor’ diyor. İronik bir şekilde bu söylem, iç muhalefetin milliyetçiliğini besliyor ve başarıya ulaşıyor. Muhalefet lideri Kılıçdaroğlu şöyle dedi: “Suriye topraklarında kendi güvenliğini sağlamak için Türkiye’nin mücadelesinin meşruiyetine inanıyoruz.”
Joyce Davis:
“Türkiye, dünya genelindeki kadın gazetecilere karşı yapılan tüm ihlallerin beşte birini oluşturuyor. Türkiye, kadınlara yönelik şiddet konusunda en kötü sıralamaya sahiptir. Bu korkunç bir itibardır.”
“Yeni dezanformasyon yasası, gazetecileri susturmak için kullanılan bir diğer araç olarak işlev görüyor, özellikle araştırmacı gazetecileri hedef alıyor, örneğin, depremin ardından hükümetin tepkisini rapor eden gazeteciler gibi. Bunlar hükümeti eleştirdikleri için hapsedildiler. Özgür basına sahip olmadığınız bir hükümette, demokrasiye yakın bir şeye sahip olamazsınız.”
Günal Kursun:
“Türkiye’nin terörle mücadele yasalarına baktığımızda iki şey görüyoruz: tanımı çok geniştir ve uluslararası standartlara uymamaktadır. Bu yasa 1991’de yürürlüğe girdi ve 55 kez değiştirildi, bunlardan 25’i 2016 Temmuzu ile 2018 arasında Olağanüstü Hal döneminde gerçekleşti. Bir yasayı değiştirirseniz, uyumunu kaybeder. Ancak 55 kez değiştirirseniz, uyumdan hiç söz edemeyiz.”
Hafza Gırdap:
“Türkiye’deki Kürt kadınları, hakları ve özgürlükleri konusunda önemli zorluklarla karşılaşıyorlar. Kürt nüfusu içinde, haklar ve özerklik taleplerine yönelik aktif savunuculuk çabalarındaki artisa rağmen, hala şiddet ve ayrımcılık gibi engellerle karşılaşılmaktadır. Benzer şekilde, Gülen hareketi gönüllüsu kadınlar işlerinden çıkarıldı, terörist olarak damgalandı, bebek ve çocuklarıyla birlikte keyfi olarak gözaltına alındılar, cezaevlerine konuldular. Etnik ve dini azınlıklar icindeki kadınlar, aynı şekilde LGBTQ bireyler de Türkiye’de sosyal, kültürel ve ekonomik marjinalleşme, ayrımcılık ve siddete maruz kalıyor.”
Johan Heymans:
“Gerçek iş, Yalçınkaya davasından sonra başlıyor. Şimdi yapılması gereken bir sonraki adım, bunun uygulandığından emin olmaktır, çünkü geçmişte Türkiye’nin genellikle kararlara uymadığını gördük. Şimdi insanların davalarını yeniden açma talebinde bulunmaları önemlidir, böylece sistem içinde mümkün olan en fazla hareketliliği elde edebiliriz, çünkü birçok Türk yargıcı bu gelişmeleri yakından takip ediyor ve her hukuk öğrencisine öğretilen ilkelerden kendilerinin sorumlu tutulabileceklerini farkediyorlar.”
Sinam Mohamad:
“Türkiye, doğrudan ya da dolaylı olarak terörü destekliyor. SDF, bölgeyi IŞİD’den kurtardı, ancak IŞİD’in Türk rejimi onayı olmadan hareket etmeyen hücreleri, hâlâ insanlık suçları ve kadınlara karşı siddete devam ediyor. Kuzeydoğu Suriye’deki yıkım ve medeniyetin yok edilmesine yönelik politikalarıyla, Türkiye uluslararası barış ve güvenlik çabalarını engelliyor.”
Paridhi Singh:
“Türkiye’nin sosyal medya yasaları, devlete veya cumhurbaşkanına karşı olan herhangi bir şeyi yayınlamayı gerçekten zorlaştırıyor. Bunun denetlemesi için getirilmiş özel kurallar bulunmaktadır.”
Andrea Barron:
“Türkiye, İşkenceye Karşı Sözleşme’yi 1988 yılında ve Sözleşme’ye İlave Protokol’ü 2011 yılında onayladı. Ancak bu uluslararası sözleşmeleri onaylaması, işkence uygulamasının ortadan kaldırılmasında hatta azalması konusunda açıkça hiçbir fark yaratmamıştır. Aslında, şu anda duyduğumuz gibi, Avrupa Komisyonu, Türkiye’de işkencenin Temmuz 2016’daki darbe girişiminden bu yana aslında daha da çok arttığını söyledi.”
“Haziran 2022’de Advocates of Silenced Turkey (Susturulmuş Türkiyenin Savunucuları) raporundan unutamadığım bir hikayeyi paylaşmak istiyorum. Mehmet Eren, Gülen hareketiyle bağlantılı olduğu için zulme uğrayan bir öğretmendi. Ekim 2016’da, Türkiyenin Batısında bulunan Afyon şehrindeki bir polis karakolunda 9 gün boyunca gözaltında kaldi. Mehmet’in, sırtına, böbreklerine ve genital bölgesine elektrik verildi. Teoman Yaman adlı bir polis memuru, darbenin arkasındaki kişilerin isimlerini açıklamazsa onu copla tecavüzle tehdit etti. Kendisi de dindar bir Müslüman olan Mehmet; polisin kendisine “tıpkı IŞİD’in yaptığı gibi dini bir görevmiş gibi” işkence yaptığını söyledi. Burada, ABD’de ISIS olarak bilinen terör örgütünden bahsediyordu.”
“Uluslararası hukukçular, Türkiye’nin İşkenceye Karşı Sözleşme kapsamındaki taahhütlerini nasıl ihlal ettiğini göstermeye çalışabilirler. Ancak başka bir strateji de Türk mağdurlarının ABD ve Avrupa’da deneyimlerini politika yapıcılarla paylaşmasıdır. TASSC Savunma Programı, bunu 10 yılı aşkın bir süredir yapmaktadır – çoğunlukla Kongre’nin belirli Senato ve Temsilciler Meclisi Komiteleri ile Temsilciler Meclisi’ndeki Tom Lantos İnsan Hakları Komisyonu ile özel toplantılarda yapmaktadır.”