Fevzi Yazıcı cezaevinde tasarladığı ve “Firdevsi” adını verdiği fontun hikâyesini kaleme aldı: “Benim bir hayalim var. Onca yazar ve çizerin hapsedildiği bu duvarların içinde kaleme alınan eserler bu fontla kitaplara aktarılsa ne güzel olurdu…”
Fazlasıyla font incelemiş ama hiç tasarlamamış bir art direktör olarak bundan aylar önce kendimi tipografik bir maceranın ortasında buldum. Serüvenin itici gücü Ahmet Turan Alkan’ın teşviği ve benim tutkularımdı. Kendimi bildim bileli hep font tasarlamak istemiştim ama hapse girene kadar buna teşebbüs etmek nasip olmamıştı. Gerçi fazlasıyla logotype tasarlamıştım ancak bir fontun tamamını tasarlamak bambaşka bir olaydı. Çok ironik: Onca imkâna rağmen özgür dünyada yapamadığım şeyi şimdi bu kısıtlı ve ezici ortamda deniyorum.
Tükenmez kalem, kurşun kalem, silgi, kör bir kalemtraş, 30 cm’lik bozuk bir cetvel ve kareli defter yapraklarının dışında elimde bir şey yok. Ha, bir de belimi paralayan plastik bir masa var ki…
Fontun temel amacı Silivri ve benzeri cezaevlerinde gazeteci ve diğer masum insanların yaşadıklarını anlatacak bir sembol olması. Kim bilir, belki de onların sesi soluğu olur bu tasarım. Benim bir hayalim var. Onca yazar ve çizerin hapsedildiği bu duvarların içinde kaleme alınan eserler bu fontla kitaplara aktarılsa ne güzel olurdu. Dedim ya, bu bir hayal ve hayaller sınır tanımaz.
Öyle bir font ki dünyanın dikkatini üzerine çekecek kadar güzel, yaşanan bütün acıları ifade edebilecek kadar ciddi, sözcüklere vücut verip konuşturabilecek kadar okunaklı olmalı. İşte bu, başarılması çok zor bir hedef. Fontun üzerine bu kadar büyük ve önemli anlamlar yükleyip sonra da altında kalmaktan ürkmedim değil. O nedenle ben sadece başlamakla yetindim. Gerisinin de yavaş yavaş geleceğine inandım.
HER ŞEY BİR “A” HARFİ İLE BAŞLADI
Her şey bir “a” ile başladı. Kalemimi öylesine, gelişigüzel bir şekilde kâğıdın üzerinde gezdirirken yakaladığım bir a formuydu bu. Bana gardiyanların kapımı kilitlerken kullandıkları asma kilidi çağrıştırmıştı elimdeki bu eskiz. Ne tuhaftır ki bu sevimsiz detay benim çok hoşuma giden bir “a” formuna dönüşmek üzereydi. Zindanda açan bir gül gibi karşımda duruyordu alfabenin ilk harfi. Ardından diğer harfleri de tasarlayıp bir gül demeti haline getirdim ve doğumgününde eşime hediye ettim. Bu yeni fonta cennet manasına gelen eşimin adını verdim: Firdevsi.
Firdevs’e gerçek bir gül demeti veremememin en güzel telafisi bu olsa gerek. Zindanın bütün kısıtlamalarına rağmen bu hadise hem Firdevs hem benim için unutulmaz bir hatıradır.
Daha yolun başındayım. Güzel bir şey çıkar mı ve nereye varır bu işin sonu bilemiyorum. Ama bu bir dua, bana düşen sadece istemek ve denemek.
Şimdilik “q” ve “u” harfleri hariç küçük harfleri bitirdim. Onlar da zaten “b” ve “n” harflerinden elde edilecek detaylar.
Böylece amaçladığım fontun genel hatları, duygusu ve karakteri oluşmuş oldu. Daha önümüzde dizayn edilmeyi beleyen büyük harfler, rakamlar ve semboller var. Ama onlara geçmeden önce eleştirel uzman gözlerin katkısına ihtiyacım var. Sonuçta font denilen şey iletişim için var ve nasıl görünüp algılandığı çok önemli.
İLK ELEŞTİRMEN: GARDİYAN
Hapishane hücresinin bulunmaz özelliklerinden biri de gardiyanlar hariç hiçbir insanla görsel temasınızın olmaması. (Avlu komşularımı 15 x 10 cm’lik pencerecikten görebilmeyi bundan ayrı tutuyorum.) Evet, gardiyan diyordum. Bu tasarımın ilk eleştirmeni gardiyan oldu. Dışardan istediğim tasarım kitaplarının amacını soran gardiyana font tasarladığımdan bahsettim ve dilerse bir eskizimi gösterebileceğimi söyledim. O da bu teklifi olumlu karşıladı. Sevinçle yatağımın üzerindeki önceden yazdığım “personality” kelimesini kapıp ona gösterdim. 2-3 saniye inceleyip “hmm” dedi. Hepsi bu. Ses tonundan olumlu karşıladığını anlamakla yetindim. O an kendimi bir tasarımcı olarak gerçekten çok yalnız hissetmiştim ama ne çare.
Zindan hücreleri tarihte pek çok önemli eserin doğumuna ev sahipliği yapmıştır elbet. Peki daha önce, bu dört duvar, bir fontun doğumuna şahitlik etmiş midir? Şahsen ben hapishanede tasarlanmış bir font olduğunu hiç duymadım. Eğer öyleyse “Firdevsi” cezaevinde tasarlanan ilk font olarak tarihteki yerini alacaktır.
HİÇBİR FONTTAN ETKİLENMEDİM
Firdevsi’yi dizayn ederken hiçbir fonttan etkilenmediğimi, daha doğrusu esinlenmediğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Sadece kendi kişisel birikimim etkili oldu tasarımda. Çalışmalarım sırasında yanımda ne bir tasarım kitabı ne de font kataloğu vardı. Gazete ve dergi bile almıyordum. Böylece kendi tasarımcı geçmişime bir yolculuk yapıp ardından modern zamanların tipografisine döndüm. Bütün bunlara yalnız Allah ve etrafımdaki 4 duvar şahittir.
Bu fontu ideal kullanım alanları başlık ve spotlar olabilir. Ancak bu, onun uzun metinlerde kullanılamayacağı anlamına da gelmez. Her ne kadar üzerinde pek çok dekoratif özellikler barındırsa da okunaklı olmasına fazlasıyla gayret ettim. O nedenle geniş bir kullanım alanı öngörüyorum Firdevsi için.
Bu noktada birkaç detayın üzerinden geçmekte fayda var. Yazıda titreşimi ve kontrastı artırmak için bazı harflerde özellikle asimetriyi vurgulamak gereği duydum. Buna en iyi örnek olarak v, y, x ve o harflerini gösterebilirim. Amacım dengeyi bozmadan onlara kişilik katmaktı.
Bu fontu yarı şeritli (tırnaklı) ve asimetrik olarak tanımlayabilirim. Gerek görmediğim yerlerde şerifleri (tırnakları) gizledim, ancak buna karşılık uygun bulduğum yerlerde de onları vurguladım. C, a, f, o, e ve r gibi harfler buna örnek gösterilebilir. Bunlardaki sivri çıkıntıların anatomiyi tamamlayıp fonta kişilik kattığı kanaatindeyim. Tasarlarken gözettiğim pek çok denge olmasına rağmen şimdilik bunları kısa kesiyorum zira sayfalar yetmez hepsini açıklamak için.
Tipografiyle fazlasıyla ilgili ancak font tasarımcısı olmayan birinin yaptığı bu çalışmayı, font ustalarının, sanatlarına “farklı bir bakış” olarak algılamalarını isterim. Belki benimle aynı fikirde olmayacakları çok şey bulacaklar Firdevsi’de. Öyle bile olsa bunun yeni ve taze bir soluk olma ihtimalini göz ardı etmemelerini umarım.
Şimdilik fontun küçük harflerini 5 kelimede topladım. Bunları seçerken harflerin birbirine uyum ve ilişkilerini gözlemleyebileceğim dizilimler olmalarına dikkat ettim: California, majestic, vox, biography ve zokayewof.
Zokayewof benim uydurduğum bir kelime. Anlamı yok. aynı zanda z, , y, w ve f harflerini test edebileceğim bir kelime bulamamıştım ve çözüm olarak bu “ekonomik” kelimeyi buldum.
GÖZLERİM İFLAS ETTİ
Her bir kelimenin bitmiş uygulamasını yapmak en az iki gün sürdüğü için harfleri olabildiğince tek bir kelimede toplamak bana pratik bir çözüm görünmüştü. En ufak bir hatada onca emek çöpe gidiyordu maalesef. Elimde böyle pek çok enkaz var. Bilgisayar, fotokopi makinesi ve diğer aletlerin yokluğu beni gerçekten zorladı hatta zaman zaman vazgeçme noktasına bile getirdi diyebilirim. Bu kelimeleri yazarken gerçekten çok zorlandım. Gözlerim iflas etti. Hipermetrobumda artış olduğunu gözlemleyebiliyorum. Bel ve boyun ağrısından günlerce kurtulamadım. Kollarımı taşımakta hâlâ zorlanıyorum.
Bütün bunlardan dolayı çok fazla deneme yapıp varyasyon üretemedim. Maalesef bu mümkün değil. Kurşun kalem eskizi olarak elimde çok şey var ama uygulanmış tasarımlar açısından aynı şeyi söyleyemeyeceğim. İlk fırsatta bir bilgisayarın başına oturup bütün bunları yapabilmeyi hayal ediyorum.
Umarım Firdevsi’nin gelişimini tamamlayıp bilgisayarların font klasöründeki yerini aldığı günleri de görebilirim.
Şimdi sizden ricam, imkânlar ölçüsünde elinizdeki bu tasarımı inceleyip görüşlerinizi benim paylaşmanız. Bu sayede dilerseniz siz de bu maceranın bir parçası olabiliriniz.
Zindan Gülü (Prison Rose) Firdevsi’yi size sunmaktan mutluluk duyarım.
Fevzi Yazıcı
22 Temmuz 2019
Silivri 9, C 972, İstanbul
KUTUDAKİ GÖZLÜKLERİM
Firdevs Yazıcı
Küçüklüğümden beri gözlük takarım. Küçükken pembe çerçeveli olan gözlüklerim biraz büyüyünce yeşil çerçeveli oldu. Yani hep renkli çerçeveliydi gözlüklerim…
Acaba dünyam pembe olduğu için mi çerçevelerim renkliydi, yoksa dünyayı renkli gördüğüm için mi? Bu sorunun cevabını masalsı hayatımın bir gecede drama dönüşmesiyle verebildim.
Hayatımızın renklerinin bir anda değiştiği o geceden önce güzel bir yuvamız vardı; yazı kışı belli olan, içeri girdiğinde vanilyalı kurabiye ve sıcacık karanfilli çay kokan, eşim ve çocuklarımla hep birlikte yaşadığımız…
Adına masal diyorsak eğer bir gecede tragedyaya dönüşen bir hayat. Bundan sonra iki seçeneğimiz vardı. Masalı devam ettirmek zordu ama trajedinin tüm karamsar ağırlığı altında yitip gitmek de olmamalıydı.
İKİ RENK: KARANLIK VE BEYAZ
Bir süreliğine de olsa, dünyayı rengarenk bir alegoriye çeviren renkli gözlükleri kullanamıyoruz artık. Hayatın tüm coşkusu iki ana renge dönüştürüldü maalesef; karanlık ve beyaz.
Eşim işlemediği bir suçtan dolayı hapisteydi. Bu duruma alışamadan 1,5 yılın sonunda tek kişilik bir hücreye alındı ve yaşadıklarımız daha da ağırlaşmaya başladı.
Bir sanatçı için yaşamın tüm ipleri koparılsa bile, yine bir şekilde sanata tutunarak hayata devam etmekten başka yolu yok sanırım. Hücreye hapsedildikten sonra çizmeye başladı Fevzi Yazıcı. Haksızlıklara karşı mücadele biçimiydi bu. Cezaevinde çizdiği resimlerinde hep nokta tekniğini kullandı.
Nokta; bitiş demekken Fevzi ve bizim için yeni bir başlangıcın ilk zincirini temsil etti. Eşim “bitti” denildiği yerde başladı ve her bir noktada hayatı, hayatını, hayatımızı anlamlandıran eserlerini ortaya çıkardı. Ve biz de ondan beslendik, güçlendik. O bize ilham olduğu için umudunu kaybetmedi ve asla pes etmedi.
Sanatın sanatçıya, Fevzi’nin de bize verdiği güç ve ilhamla hayata tutunduk. Bir senaryo vardı önümde; “nasıl” ve “ne zaman” biteceğini bilmediğim ancak iyi biteceğine inandığım.
Bu sebeple çocuklarımla beraber eşimi ziyarete gittiğimizde, babasına kavuşma sevinci içinde, gardiyanların korku salan bakışlarını bile oyunun bir parçası zanneden küçük oğlum ‘Joshua’ idi benim gözümde. Çünkü ‘Hayat Güzeldi’..
MASUMLUĞUNAN ALDIĞI GÜÇ ONU ÖZGÜRLEŞTİRİYOR
Bütün mal varlığımıza el konulup, harap haldeyken büyük oğlum salonun ortasında son bir kez piyanosunu çalarken ‘Piyanist’ti benim gözümde. Çünkü her ne kadar karanlık ve dipsiz bir kuyuda gözükse de, hayatı devam ettirme ve yaşamda kalma güdüsü o kadar güçlü idi.
Üç kez ağırlaştırılmış müebbet cezasını aldığında ‘seni haksız yere ömür boyu hapiste tutacaklar’ dediğimde ‘haklı yere olsa daha mı iyiydi?’ derken o güçlü ve kendinden emin duruşuyla ‘Sokrates’ti eşim benim gözümde. Çünkü masumluğundan aldığı güç onu özgürleştiriyordu.
Ben ise Oscar ödülüne talip oyuncu oldum. Ağlarken içim yanarak ağladım, gülerken gözlerimin içine yansıdı ışığı. Çocuklarımıza mutlu ve güçlü olacakları bir gelecek için, sevgiyi hissetmeleri için, yaşadıkları kötülüklere inat iyiliğe aşık olmaları için hep bir çıkış yolu buldum. Bu mucizevi çözümün sihirli kelimesi “sanat”tı. Bazen omuzlarımdaki yükü kaldıramayacak kadar ağır hissettiğimde elime bir kutu çikolata aldım ve ‘ Life is a box of chocolate!’ deyip durmadan koştum düşmemek için. Bazen Sokrates’in eşi oldum, Bazen Joshua’nın annesi…
Yaşadıklarımıza hep bir anlam yükledik ve bütün bunlar bugünkü güçlü Fevzi ve Firdevs’i yaptı. Ben bu mücadeleyi kendi hayatının filminde rol alan aktris olarak, Fevzi ise durmaksızın çizerek ve yazarak vermeye çalışıyoruz. İkimiz de umudu sanata tutunmakta bulduk.
Ve biliyorum, şimdi siyah ve beyazın en koyu tonlarıyla hayatı görmek zorundayız ama renkli gözlüklerim hâlâ evimizin en kolay ulaşılacak yerinde, onları takacağım günleri bekliyor benim gibi.
Bizim öykümüzde umudumuza ortak olmanız temennisiyle…
Kaynak:kronos35.news