DOĞAN ÖZGÜDEN*
Ülkemiz tarihinin insan hakları konusundaki karanlığını art arda yayınladığı kitaplar ve yazdığı yazılarla yırtan Ragıp Zarakolu 2020’ye girdiğimiz günlerde okurlarını tam 40 yıl önceye götürerek dönemin iz bırakan gazetesi Demokrat üzerine anılarını paylaştı.
Bu yazıda 78’li genç meslektaşlarının Demokrat’a katkısını öne çıkartan 68’li Ragıp, iki yıl önce yine Artıgerçek’te yayımlanan bir başka yazısında “Türkiye’de 1975-1980 yılları arasında adı konmamış bir iç savaş yaşandı. Bu iç savaşın en kritik son yılını basında yansıtan gazete ise Demokrat gazetesi olmuştur. Neredeyse iç savaşın günlüğü tutulmuştur bu gazetede… Demokrat gazetesi, devrimcilerle aydınların verimli iş birliğinin başarılı örneklerinden biri olan bir gazeteydi” diyordu.
26 Aralık 1979 -12 Eylül 1980 tarihleri arasında yayınlanan günlük Demokrat gazetesinin imtiyaz sahibi, 50’ler kuşağından köy enstitüsü çıkışlı öğretmen ve yazar Dursun Akçam’dı.
Tüm ilerici yayınlar gibi Demokrat da 12 Eylül Cuntası tarafından yasaklanarak yöneticileri ve yazarları hakkında davalar açılmıştı. Dursun Akçam o dönemde mücadelesini sürgünde devam ettirmek üzere illegal yollardan yurt dışına çıkmayı başarmış, Ragıp’ın da yazısında belirttiği gibi, “sürgünde farklı eğilimlerden yazarların katılımıyla Demokrat Türkiye gazetesinin çıkışını sağlamıştı. Bir anlamda bu, Demokrat’ın sürgünde devamı olmuş ve 12 Eylül cuntasına karşı farklı siyasetlerin ortak çaba harcamasının entelektüel zeminini oluşturmuştu.”
Günümüzde Artıgerçek’e yazmakta olduğum gibi, 1982 yılı başından 1984’ün Haziran’ına kadar yayınlanan aylık Demokrat Türkiye’ye de 9. sayısından itibaren sürekli katkıda bulunmuştum.
1971 darbesinden sonra olduğu gibi, 1980 darbesinden sonra da sürgünde bulunan muhaliflerin önde gelen sorumluluklarından biri, her olanağı zorlayarak bir yandan dünya kamuoyunu Türkiye’deki baskılar konusunda bilgilendirmek için yabancı dillerde bildiriler, haber bültenleri, öte yandan yurt dışında bulunan Türkiyeli göçmen kitlesine yönelik Türkçe gazeteler yayınlayabilmekti.
Ancak Türkçe gazeteler, genellikle Türkiye’deki siyasal partilerin Avrupa’daki yan örgütleri tarafından yayımlandığı için, o partilerin propagandasına ağırlık verme, üye ve sempatizanlarını belli bir disiplin içinde tutma amacı güdüyor, bu nedenle de kitleselleşemiyordu.
Belçika’da 1974’ten beri İngilizce ve Fransızca olarak yayımladığımız İnfo-Türk bültenlerini 1980 darbesinden sonra Flamanca ve Almanca baskılar da ekleyerek sürdürürken, Türkiyeli göçmen kitlesine yönelik olarak Demokrasi İçin Birlik örgütü adına Tek Cephe gazetesini yayınlamaya başlamıştık.
Demokrasi İçin Birlik TİP üyeleri ve sempatizanlarının oluşturduğu bir kuruluş olduğu için gazetede parti haberlerine geniş yer vermekle birlikte, tüm anti-faşist etkinlikleri olabildiğince geniş yansıtmaya çalışıyorduk.
Cunta yönetiminin tüm muhalifleri parti farkı gözetmeksizin hedef alarak tutuklaması, işkenceden geçirmesi ve idama kadar varan ağır ceza tehditleriyle yargılaması karşısında Mayıs 1981 tarihli 8. sayıda “Faşizmin tüm tutsaklarıyla dayanışmaya” başlıklı şu çağrıyı yayınlamıştık:
“Cunta’nın polis devleti, aralarındaki görüş farkları ne olursa olsun, tüm devrimcileri, fark gözetmeden tutsak ediyor, idam ve ağır hapis talepleriyle yargılıyor, işkenceden geçiriyor, tutsak edemediklerini yurttaşlıktan çıkartıyor… Solun siyasal kadroları kitle halinde baskı cenderesinden geçiriliyor. Bu, tüm siyasal hareketler için, TSİP için, TKP için, Kurtuluş için, Dev-Yol için, Dev-Sol için, Kürt hareketi için ve diğer ilerici siyasal hareketler için de geçerli. Gün, faşizmin kendi iç hesaplaşmalarından ötürü tutuklanan faşistler hariç, cuntanın tüm tutsaklarıyla dayanışma günüdür.”
O sırada TKP ile birleşme görüşmeleri yürüten TİP Genel Başkanı Behice Boran bu çağrıdan rahatsız olmuş, parti üyelerine gönderdiği bir genelgede aşağıdaki gerekçeyi öne sürerek Tek Cephe’yi okumalarını ve dağıtımını yapmalarını yasaklamıştı:
“Cuntaya karşı olmak, cuntaya karşı mücadelede eylem birliği, cephe birliği için ilk şartsa da, yeterli şart değildir. Maocularla, Sovyetler Birliği’ni, sosyalist ülkeler topluluğunu revizyonizm v.b. ile suçlayanlarla, sınıfsal mücadelenin yerine bireysel terörizmi koyanlarla birlik olunmadığı gibi, Türkiye işçi sınıfının politik hareketinin partisi olan Türkiye İşçi Partisi’nin organlarını, yetkilerini tanımayan, kendi hizipçi çıkarları için parti birliğinin kuyusunu kazanlarla da birlik olunmaz.”
Bu engellemeye rağmen, Tek Cephe’nin yayınını tüm anti-faşist örgütlerin eylem birliğini sağlamaya yönelik gelişmelere de özel yer vererek bir yıl daha sürdürdük.
Anti-faşist eylem birliği girişimleri, 8 Mayıs 1982’de Duisburg’ta “Faşist Cuntanın işkence, idam ve Türkiye Kürdistanı’ndaki katliamlarına karşı” 20 bin kişinin katıldığı bir protesto mitingiyle yeni bir boyut kazandı. Bunu Devrimci Yol, PKK, Emekçi, SVP, TKEP, TKP (ML), THKP-C (Acilciler), Devrimci Savaş ve TKP (İşçinin Sesi) örgütlerinin oluşturduğu Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi’nin (FKBDC) kuruluşu izledi.
Bu olumlu gelişmeleri İnfo-Türk’te ve Tek Cephe’de desteklememiz üzerine, 1982 başından beri Köln’de yayınlanmakta olan Demokrat Türkiye gazetesinin yöneticisi Dursun Akçam benimle temasa geçerek gazetenin yazarları arasına katılmamı istedi.
Akçam’ı Türkiye’de 60’lı yılların sol mücadelesinde yakından tanımış, sadece sosyalist örgütlenmede değil, öğretmenlerin sendikal mücadelesinde de sürekli dayanışma içinde olmuştuk. Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ikinci başkanı olan Dursun Akçam 12 Mart döneminde tutuklanmış, TÖS davasında yargılanarak 8 yıl 10 ay hapse mahkûm olmuş, ancak mahkûmiyeti Yargıtay tarafından bozulmuştu.
1976’da gazeteciliğe başlayan Akçam, Cumhuriyet, Milliyet, Akşam ve Vatan gazetelerine yazılar yazmış, 1978’de Demokrat gazetesinin kurucuları arasında yer alarak imtiyaz sahipliğini üstlenmişti.
Akçam’ın önerisini memnuniyetle kabul ederek 1982 Eylül’ündeki 9. sayısından itibaren yayınına son verdiği Mayıs 1984’e kadar her sayısına yazdım.
Ocak 1982’de yayınlanan “Neden Demokrat Türkiye?” başlıklı sunuş yazısında gazetenin amacı net şekilde şöyle ifade edilmişti:
“Demokrat Türkiye, herhangi bir grubun, bir siyasetin yayın organı değildir. Saptadığı ilkeler doğrultusunda bağımsız bir yayın politikası izleyecektir. Değişik görüşlere, düşüncelere geniş yer verecek, ancak dayanışmayı, dışa dönük mücadeleyi bozmaya yönelik polemiklere, içe dönük sataşmalara sayfalarını kapalı tutacaktır.”
Demokrat Türkiye, tüm yayın yaşamında bu özelliğini, isimlerini aşağıda alfabetik sıraya göre verdiğim Türkiyeli anti-faşist örgütlerin görüşlerine ayrım gözetmeden geniş şekilde yer vererek korudu:
Cephe, Devrimci İşçi, Devrimci Savaş, Devrimci Yol, DİB, Emekçi, Emekçiler Birliği, Fidef, Kawa-KPSK, Kıvılcım, Komkar, Kurtuluş, PKK, Serxwebûn, SVP, TDKP, Tekoşin, THKP-C (Acilciler), TİP, TKEP, TKP, TKP (B), TKP (İşçinin Sesi), TKP (ML) ,TSİP.
Faşist cunta tarafından Kürt ulusuna uygulanan insanlık dışı baskılar da, özellikle Diyarbakır Hapishanesi’ndeki zulüm ve cinayetler, örneğin Kemal Pir’in ve Necmettin Büyükkaya ve yoldaşlarının katledilmesi, Demokrat Türkiye’nin manşetlerinde yansıtılıyordu.
Anti-faşist cephenin gerçek sözcüsü haline gelen Demokrat Türkiye’ye yine alfabetik sırada verdiğim şu imzalar katkıda bulunmaktaydı:
Ahmet Çelikel, Arif Gelen, Arif Özserin, Cihat Arın, Demir Özlü, Doğan Özgüden, Dursun Akçam, Emine Erdem, Fethi Savaşcı, Güner Güneş, Hakkı Keskin, Hürriyet Karahan, Hüseyin Erdem, Kamil Taylan, Kemal Burkay, Mahmut Baksı, Mehmet Tekinalp, Melike Demirağ, Mihri Belli (Adem Kalfa takma adıyla), Nazım Alfatlı, Necdet Doğan, Nihat Behram, Ömer Polat, Özdemir Başargan, Sait Kozacıoğlu, Şanar Yurdatapan, Şerafettin Kaya, Ufuk Adalı, Uğur Durak, Yavuz Kürkçü, Yusuf Ziya Bahadınlı, Yücel Feyzioğlu, Yücel Savaş, Yücel Top.
Türkiye’de mahpus tutulduğu zindana dönmeyerek Avrupa’ya sürgüne gelmiş olan Yılmaz Güney de gönderdiği özel mesajlar ve verdiği röportajlarla Demokrat Türkiye’nin etkinlik kazanmasına büyük katkıda bulunmuştu.
Demokrat Türkiye faşizme karşı direnişe, yayın çalışması dışında, sanat etkinlikleriyle de geniş katkıda bulunmuştu. Demokrat Türkiye’nin çeşitli Avrupa kentlerinde düzenlediği anti-faşist kültürel etkinliklere Melike Demirağ, Şanar Yurdatapan, Tülay German, Şivan, Fuat Saka, Sümeyra, Emekçi, Zamani, Tahsin İncirci ve Batı Berlin İşçi Korosu katılmışlardı.
Demokrat Türkiye’nin yayınlandığı sürede Türkiye darbe sonrası üç önemli siyasal olay yaşadı. İlki, katılanların yüzde 91,3’nün oylarıyla kabul edilen ve cunta şefi Kenan Evren’in cumhurbaşkanı olmasını sağlayan 7 Kasım 1982 referandumuydu. Sonuçlar, Türkiye’de olduğu gibi, yurt dışında da faşist cuntaya karşı mücadele veren herkeste büyük bir şok yaratmıştı. Bunu sadece cuntanın izin verdiği partilerin katılabildiği 6 Kasım 1983 genel seçimleri ve 25 Mart 1984 yerel seçimleri izledi…
Artık askeri faşist rejimden, cunta şefinin sivil giyinerek devletin başına cumhurbaşkanı olarak çöreklendiği, aynı cuntanın yıllarca başbakan yardımcılığını yapmış olan Turgut Özal’ın da başbakanlık koltuğuna oturduğu Türk-İslam Sentezi temelinde bir parlamenter faşist rejime geçiliyordu.
Tüm bu gelişmeler karşısında Demokrat Türkiye yurt dışındaki anti-faşist kitlelerin karamsarlığa kapılmaması, mücadele kararlılığını her şeye rağmen sürdürmesi için sürekli uyarıcı ve umut verici bir rol oynamaya çalıştı.
Ancak gerek iç, gerek dış konjonktür, Demokrat Türkiye’nin yayına başladığı 1982 yılı başlarına göre değişmekteydi. Tıpkı 1971 darbesini izleyen yıllarda olduğu gibi, 1980 darbesinin dördüncü yılında da göstermelik bir “demokratikleşme” oyunu oynanmaya, TC Devleti’nin üye olduğu uluslararası kuruluşlar da bu oyuna kanmış görünerek Ankara rejimine kapılarını açmaya başlamıştı.
Seçimin yapılması bahane edilerek Türkiye’nin dört yıl aradan sonra Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’ne yeniden kabul edilmesi üzerine Demokrat Türkiye’nin Mayıs 1984 tarihli sayısında şunları yazmıştım:
“Avrupa İnsan Hakları Bildirgesi’ndeki temel hak ve özgürlüklerin hiçbirine saygı göstermeyen ve göstereceğine dair de herhangi bir belirti olmayan bir rejimin, o bildirgenin sahibi olan bir kuruma girebilmiş olması, Avrupa demokrasisi adına gerçek bir skandaldır. Hele böylesi bir karar Amnesty International’in işkence belgelerini dünya kamuoyuna açıkladığı gün alınmışsa, bu skandalın da ötesinde, Cunta’nın işlediği insanlık suçlarının ‘cürüm ortaklığı’nı kabullenmektir.”
O sayı, iki yılı aşkın süredir tutarlı bir mücadele sürdüren Demokrat Türkiye’nin maddi zorluklar nedeniyle yayınına son verdiği sayıydı. Ama kapanışını açıklarken de, Türkiye’de 1256 aydın, sanatçı, bilim insanı ve yazarın diktatörlüğe ve karanlığa karşı özgürlük, demokrasi ve insanca yaşam istemlerini AYDINLARIN DEMOKRASİ ÇAĞRISI başlığıyla manşetten yansıtarak sürgündekilere mücadele azmini yitirmemeleri için umut veriyordu.
Demokrat Türkiye kapandı ama, başta Dursun Akçam olmak üzere, gazeteyi yaratan, yaşatan ve katkıda bulunanların mücadelesi bitmedi, çeşitli yayınlarda, örgütlenmelerde ödün vermeksizin sürdürüldü. Dursun Akçam 1993 yılına kadar süren sürgün yaşamında hep anti-faşist direnişin özverili militanı oldu, göç ve sürgün gerçeğini çeşitli boyutlarıyla sergileyen eserler vermeye devam etti. 1993’te Türkiye’ye döndükten sonra Kuşadası’na yerleşen Akçam’ı amansız bir hastalığın kurbanı olarak 19 Eylül 2003’te yitirdik.
Sürgündeki çalışmaları ve eserleri nedeniyle Dursun Akçam’ın anısı 2015 yılında Hamburg’un Wilhelmsburg bölgesinde Alman dostları tarafından bir kıyı yoluna “Dursun Akçam Ufer” adı verilerek ebedileştirildi.
Demokrat Türkiye de 29 sayılık koleksiyonu ile Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesi tarihinde müstesna bir yeri çoktan hak etmiş bulunuyor.
*artigercek.com‘dan alınmıştır.