Onların “büyük suçları” yaptıkları haberlerdi. Birçoğu daha önce de cezaevine girdiğinden bir daha bu riski göze alamayarak geçmişlerini bir sırt çantasına sıkıştırıp düştü yola. Zorlu yolların ardından ulaştıkları Avrupa’ya geldikleri günden bu yana ise kendilerine hep şu soruyu soruyorlar: “Cezaevi mi, sürgün mü?” Hepsi mesleklerini devam ettirmenin koşullarını arıyor ve devam etmek istiyor. Ama en çok istedikleri mesleklerine ülkelerinde devam edebilmek, başka bir yerde değil. Mülteci gazeteciler yazı dizisinin ikinci konuğu Sedat Sur.
Çağdaş Kaplan / ATİNA
“Mülteci Gazeteciler” dosyasının ikinci gününde 5 ay önce ülkesini terk ederek Yunanistan’a geçmek zorunda kalan gazeteci Sedat Sur ile konuştuk.
Sur’un sürgünü
2005 yılından bu yana Kürt medyasının çeşitli kurumlarında çalışan sonra Sur, 2012-2017 yılları arasında Fırat Haber Ajansı’nda muhabirlik yaptı. Sur, 2017 yılından itibaren ise Özgürüz Haber Portal’ın çalışmaya başladı. Meslek hayatı boyunca birçok kez gözaltına alınan ve tutuklanan Sur hakkında son bir yılda başlatılan soruşturmalar ve bunun sonrasında çıkartılan tutuklama kararları onu ani bir kararla ülkesinden ayrılmaya itti.
Hakkında açılan davalar nedeniyle haftada dört gün denetimli serbestlik kararı nedeniyle imza atmak zorunda olan Sur, TSK’nin Afrin’e dönük operasyonuna ilişkin yaptığı haber paylaşımlı içerikler nedeniyle bir davanın daha muhatabı oldu. Ardından 24 Haziran seçimi öncesi Urfa’nın Suruç ilçesinde AKP’li milletvekili ve yakınlarının aynı aileden 3 kişiyi öldürdükleri olaya ilişkin yaptığı haber ve paylaşımlar nedeniyle Sur hakkında TCK 301. Madde ve “örgüt propagandası” iddiasıyla soruşturma başlatıldı.
Gazeteci Sur tüm bu soruşturmalara rağmen hakkında kesinleşmiş ceza bulunmadığı için ülkesini terk etmedi.
“Aslında hiç de kısa olmayan, ama ülkedeki siyasi ceza ortalamasına göre kısa süreli sayılacak cezalara karşı ülkemden ayrılmak gibi bir düşüncem hiç olmadı. Cezaevi de olsa, bu süreçleri ülkemde, gazeteci olarak demokrasi mücadelesinin içinde kalarak sürdürmeyi düşünüyordum” diyen Sur, ülkeden ayrılmaya dönük ani kararını Aralık 2018’de İzmir’de bulunan evinin polis tarafından basılmasının ardından aldı.
Sur’un evi bu kez de 2014 yılında IŞİD’in Kobani’ye saldırısı sırasında çatışmaların sürdüğü kent içinden yaptığı haberler ve çektiği fotoğraflar nedeniyle basılmıştı. Evde olmadığı için gözaltına alınamayan Sur’un sadece kendi evi değil yakın akrabalarının evlerine de polis baskını düzenlendi ve Sur’un Kobani ile ilgili tüm haber ve fotoğraf arşivlerine de el konuldu.
Bu gelişme üzerine Sur, avukatlarıyla da durum değerlendirmesi yaparak uzun yıllar sürecek bir tutukluluğa karşı kendi deyimiyle “zor bir yolculuğa” başlama kararı aldı.
Hakkındaki davalar nedeniyle çıkartılan yurt dışı çıkış yasağı ve yakalama kararı nedeniyle Sur, kaçak yollarla Yunanistan’a çıkmak zorunda kaldı.
Zor yolculuk
Sur’a bu “zor yolculukta” evine polis baskını yapıldığı günün öncesinde evden çıkarken sabah tekrar eve döneceğini düşünerek üstüne yedek elbise almadığı için kaçakçının ona donmaması için verdiği kazak eşlik etti. Sur bu yolculuğu şöyle anlatıyor:
“Üzerimde ince bir spor ceket vardı ve beni geçirecek olan kaçakçı yolculuk sırasında donabileceğimi söyleyerek üzerindeki kazağı bana verdi. Yağışın etkisi ile çamura dönüşen bir arazide bata çıka iki saat ilerledikten sonra Meriç Nehri yakınlarına geldik. Bu sırada Türk askeri yolu tutmuştu. Kaçakçı geri dönmemiz gerektiğini söyledi ancak kabul etmedim. Sınır hattında asker-polis-istihbarat cirit atıyordu, geri dönersem yakalanacaktım. Bir süre arazide çamurun içinde bekledik. Daha sonra askeri araçlar birbirinden biraz uzaklaştı ve oluşan boşluktan hızlıca geçip nehir kıyısına geldik. Ufak tefek, eğreti bir bot hazırlandı. Kısa sürede karşıya geçtik. Kaçakçılar bottan inmeden, araziden dümdüz ilerlememi söyleyip geri döndü. Üzerimde hiçbir şey, su bile yok. Sık ormanlık bir yerden yaklaşık yarım saat ilerledikten sonra açık araziye çıktım. İki saat boyunca nereye varacağımı bilemeden ilerledikten sonra toprak bir yol görüyorum, ‘Yol her türlü medeniyete çıkar’ deyip yolu iki saat yürüdüm ve sonunda bir kasabaya ulaştım. Kasaba da bir kafede üstüm başım çamur içinde kahve içerken kafe sahibi polise haber veriyor. Gözaltına alındım ve polis karakolunda durumumu anlatarak iltica talebinde bulundum.”
Yorgo’nun sıcak selamı
Sur’un Yunanistan’da gözaltında iken yaşadığı ve “anlatmadan geçemeyeceğim kadar değerli” dediği bir anısı da var. Sur, Yunanistan’ın sınır kentlerinden Feres’te gözaltına alındıktan sonra o sırada Selanik’te bulunan değerli gazeteci Ragıp Duran haberi duyuyor ve Yunanistanlı şair Yorgo Giannopoulos ile birlikte karakola gidiyor.
“Yunanistan’ın bir karakolunda ilk selamı bir meslek üstadından ve Yunanistanlı bir dosttan almak çok değerliydi” diyen Sur şöyle devam ediyor:
“Görüşme yerine geldiğimde, ağzında kocaman gülümsemeyle, sevgiyle ve birazda hüzünle bakıyor Yorgo. 40 yıllık dost gibi sarılıyor. Yunanistan’da, o şartlarda bana güç veren, direncimi artıran ilk şey Yorgo’nun o ta içten sarılması ve dostluğu oldu. Yorgo, Yunanlı bir edebiyatçı, Selanik’te sanat ve edebiyat galerisi var. Mücadele insanı, enternasyonalist ve ezilenlerin yoldaşı, dostu. Yorgo, bir çanta elbise ile gelmiş, kendi elbiselerinden getirmiş bana, her şeyi düşünmüş Yorgo ama iri cüssesine uygun elbiselerin benim üzerimde nasıl duracağını düşünememiş. Yorgo’nun kıyafetlerini giyip içinde kayboluyorum adeta… Sonraki günlerde ve şu anda da Yorgo, galerisini, evini, yüreğini bana ve arkadaşlarıma açmaya devam ediyor. “
‘Gazetecilik bir yaşam biçimi’
Sur, beş aydır Yunanistan’da sürgünde ama mesleğinden ilk günden bu yana kopmadı. Avrupa’daki gazeteci meslek örgütlerinin sınırlı desteği ile Yunanistan’da yaşamaya çalışan Sur, sürgüne çıktığı ilk günden bu yana birçok haber yaptı ve sosyal medya hesaplarından yayımladı. Sur bu süreçte Kürt kentlerinde seçimlerden önce kayyumların yaptıkları yolsuzluklarla ilgili birçok habere imza attı. Sur son olarak 31 Mart seçimleri öncesi Mardin valisi ve kayyumu tarafından KENT A.Ş.’ye müdür olarak atanan polis Ercan Uysaler’in belediyeye iş başvurusunda bulunan kadını taciz ettiği ve fuhşa zorladığı anların ses kaydı ortaya çıkartarak konuyu kamuoyunun gündemine taşıdı.
Sur sürgünde devam ettirmek istediği mesleği ile ilgili şunları söylüyor:
“Gazeteciliğe elimden geldiğince bu koşullarda devam etmeye çalışıyorum. Çünkü gazetecilik bizim için bir iş değil, bir yaşama biçimi. Bu nedenle, ülkedeki kaynaklarımız üzerinden haberler yapmaya çalışıyoruz ama elbette yeterli değil. Gazetecilik yapmaya her alanda devam etmek istiyorum. Ancak devam edebilmek için henüz bir imkan oluşabilmiş değil. Girişimlerimiz oldu ancak içinde bulunduğumuz şartlar profesyonel gazeteciliği sürdürme imkanı tanımıyor şu aşamada.”
Sur tıpkı sürgündeki diğer meslektaşları gibi “Cezaevi mi, sürgün mü?” sorusunun da muhasebesini yapıyor ve “Geldikten sonra ikisinin birbirinden çok uzak durumlar olmadığını gördüm” diyor. Sur, sürgünde yaşamla ilgili şunları söylüyor:
“Sürgün olmak, köklerinden koparılmak ile yine aynı biçimde insanı doğasından koparan cezaevinde olmanın benzer şeyler olduğunu farkettim. Sürgüne çıkmadan önce, cezaevi ile ilgili olduğu gibi, sürgün ile ilgili de deneyimim olsaydı, kalıp cezaevinde olmayı da tercih edebilir miydim? Buna net bir cevap veremiyorum şimdi. Annem, mesela sürgünde olmanın cezaevinde olmaktan daha kötü olduğunu söylüyor. 20 yıl sürgünde kalacağına 20 yıl hapishane yaşa daha iyi diyor. Belki de o haklı. Sonuç olarak, faşizm oldukça sürgün ve cezaevi olacak, biz de sürgün mü cezaevi mi ikilemini yaşayacağız. Asıl olan bu döngüyü kırmak ve ne cezaevi ne de sürgünün olduğu bir ülke yaratmaktır.”
Sur’a ülkesinde en çok neyi özlediğini de soruyoruz. Sur’un cevabı ise şu oluyor: “Ülkede en çok haber yapmayı ve kaçak çay içmeyi özledim.”
Kaynak:Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği