PEN America yöneticilerinden Karin Karlekar, Türkiye’de basın özgürlüğünün durumunun her geçen gün daha da kötüye gittiğini, ekonomi ve iş dünyası üzerinde de çok ciddi baskılar olduğunu söyledi.
Türkiye’de gazetecilerin terörist faaliyetlerde bulunmakla suçlanmaları, yargılanmaları, hapse atılmaları ve uzun tutukluluk süreleri konusunda rahatsızlığını dile getiren kurumlardan biri de PEN America. Pen, 1921 yılında İngiltere’de kurulmuş olan ve dünyadaki yazarlarla çevirmenleri bir araya getiren bir dernek.
Derneğin yöneticilerinden Karin Karlekar Amerika’nın Sesi’nin (VoA)sorularını yanıtladı ve Türkiye’de basın özgürlüğünü değerlendirdi. Karlekar Türkiye’de basın özgürlüğünün her geçen gün daha da kısıtlandığını söyledi. 15 yılı aşkın süredir Türkiye üzerine çalışmalar yapan ve daha önce de Freedom House’da görev alan Karlekar, birçok sivil toplum kuruluşunun Türkiye’deki durumu yakından izlediğini ve kaygı duyduğunu söyledi:
“Türkiye’de gördüğümüz şey gazeteciler ve medya şirketleri için ifade özgürlüğünün gitgide daha da gerilemesidir. Bunun ifade özgürlüğüyle ilgili birçok alanda yaşandığını görüyoruz. Açıkçası şu an devam eden birçok yargılama ve hapse atılmış çok fazla sayıda gazeteci var. Yasal bir baskı söz konusu. Bu noktada her ne kadar çok fazla dikkat çekmese de benzer şekilde ekonomi ve iş dünyası üzerinde de çok ciddi baskılar var. Ve bunlar da son derece önemli. Basın kurumlarının el değiştirmesi ve doğrudan yönetimle aynı çizgide olan insanların eline geçmesi de ayrı bir sorun. Ancak bu da Erdoğan tarafından sistematik şekilde yapılan ciddi bir uygulama olmasına rağmen fazla dikkat çekmiyor. Oysa bu el değiştirmelerin medyanın özgürlüğü üzerinde doğrudan etkisi olduğu için çok daha fazla önem verilmesi gerekiyor. Son el değiştirmelerde de çok sayıda köşe yazarı ve gazetecinin işlerini kaybettiğine tanık olduk. Bu konu mutlaka üzerine yoğunlaşılması gereken bir konu.”
‘ALTAN KARDEŞLER İÇİN SON DERECE ENDİŞELİYİM’
Karlekar, Türkiye’de gazetecilere yönelik çok fazla sayıda dava olduğunu, davaların sayısının fazlalığı nedeniyle her davayla tek tek ilgilenemediklerini söylüyor:
“Yüzün üzerinde gazeteciyle ilgili dava var ve bu sebeple tek tek, dava dava odaklanmamız son derece zor oluyor. PEN bu noktada biraz daha edebiyat dünyasının yazarlarına eğilmeye çalışıyor ama elbette ki gazetecilerle ilgili davaları da takip ediyoruz. Şahsen Altan kardeşlerin davası konusunda son derece endişeliyim. Bir yılı aşkın bir süredir hapisteler. Haklarında serbest bırakılmaları için hem Anayasa Mahkemesi’nin hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aldığı ‘serbest bırakın’ kararları var. Onlar şu an halen gözaltındalar ve bu da yasal süreçlerin ihlal edilmesi anlamına geliyor. Bu davanın durumu bile hem Avrupa’da hem Türkiye’de yasal sistemin uygulanması konusunda nasıl sorunlar olduğunun görülmesi için küçük ama net bir örnek. Ayrıca gazeteci ve sanatçı Zehra Doğan’ın davasını da yakından takip ediyoruz. O da suçlamalarla karşı karşıya ve şu an hapiste. Tabii çok sayıda gazeteci var hapiste olan. Neyse ki, Ahmet Şık ve birkaç gazeteci daha son dönemde serbest bırakıldı. Dolayısıyla genel anlamda durumun kötü olduğunu söyleyebilirim. Bu sebeple hangi davaya ağırlık vereceğinize karar vermeniz çok zor. Ve maalesef eminim ki daha uluslararası kamuoyunun ilgisini çekmeyen benzer birçok dava da vardır.”
‘TÜRKİYE’DE DURUM ASKERİ YÖNETİMLER KADAR BASKICI’
PEN yöneticisi Türkiye’deki mevcut durumun darbe sonrası askeri yönetimler dönemindekiler kadar baskıcı olduğunu belirtiyor:
“Söylediğim gibi basın özgürlüğü konusunda son derece ciddi bir düşüş var. Türkiye’deki gibi bir durumu ancak bir ülkede askeri bir darbe gerçekleştikten sonra görüyoruz. Yani böylesi bir durumu teknik olarak demokratik olan bir ülkede görmek hiç alışılmış bir durum değildir. Son 10 yılda yaşanan gelişmeleri özellikle de darbe girişiminden sonra son iki yılda yaşananları göz önüne aldığımızda çok ciddi sorunlar olduğunu görüyoruz. Basın özgürlüğünün bu seviyeye düştüğü ülkeler askerin darbeyle yönetimi ele geçirdiği ya da bir diktatörün yönetime geldiği ülkelerde görülebiliyor. Türkiye vakasının çok sıra dışı bir durum olduğunu söyleyebilirim.”
‘DİKTA REJİMLERİ GAZETECİLERİ TERÖRİSTLİKLE SUÇLAR’
Karlekar, dikta rejimleriyle yönetilen ya da anti demokratik uygulamalar diretmeye çalışan ülkelerde gazetecilerin terörist olarak nitelenmesinin genel bir durum olduğunu söylüyor:
“Bu tarz ülkelerin liderlerinin davranışları açısından ciddi benzerlikler görüyoruz. Gazeteciler ve medya hakkında konuşurken ortak bir dil kullanıyorlar. Bunu otoriter rejimlerde yönetilen ülkelerde sıklıkla görüyoruz ancak zaman zaman demokratik ülkelerde de rastlamıyor değiliz. Burada Amerika’da da görüyoruz. Başkan Trump sık sık medyayı eleştiriyor. Bu gibi söylemlerden sonra da insanların gazetecilere saldırmaya başladıklarını görüyoruz. Dolayısıyla liderlerin davranışlarıyla gazetecilere karşı eylemler arasında da tüm dünyada ortak bir durum söz konusu. Biz bir sivil toplum örgütü olarak liderlere, gazetecilere karşı bu şekilde bir dil kullanmamaları çağrısında bulunuyoruz. Basın, demokrasilerde, hükümetlerin içerisinde neler olup bittiğinin denetlenmesi açısından son derece önemli bir role sahiptir. Medya, şeffaf yönetim ve gücün kontrolu açısından hayati önemdedir. Bu değerleri bir kez kaybederseniz tekrar geri kazanmak son derece zordur. Dolayısıyla demokrasilerle yönetilen ve demokratik olmaya çalışan ülkelerde medyanın bu hayati rolünü yerine getirebilmesi çok önemlidir.”
‘YETKİLİLERDEN YANIT ALAMIYORUZ’
Karin Karlekar gazetecilerin durumuyla ilgili olarak Cuımhurbaşkanı Erdoğan da dahil olmak üzere Türk yetkililerle temasa geçmeye çalıştıklarını, ancak hiçbir girişimlerine yanıt alamadıklarını belirtiyor:
“Hapisteki gazeteciler adına hükümete mektuplar gönderdik. Bazen de imza kampanyaları yapıyoruz. Ben şahsen de Cumhurbaşkanlığı ofisine epostalar gönderdim. ama hiçbirine yanıt alamadım. Örneğin 1.5 yıl önce hapisteki gazeteciler Aslı Erdoğan ve Şahin Alpay için imza kampanyası düzenledik. Bu kampanyamıza 1300’den fazla kişi imza verdi. Aralarında çok sayıda yazar ve çevirmen de vardı, toplamda 50 sayfa uzunluğunda bir mektup kaleme alındı. Ve ben bu imzaları da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a gönderdim. Buna da herhangi bir yanıt alamadım. Ama umuyorum ki bu kampanyaların etkisi olmuştur. En azından yaptıklarının dünyada görülüyor ve izleniyor olduğunun farkına varmalılar ve yaptıklarının görüldüğünün farkında olmalılar.”
Kaynak: Kronos