Geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde özellikle sanal medya da yayınlanan yalan haberler, “fake news” kavramı sanki bir anda ortaya çıkmış gibi algılanmaya ve bu şekilde analiz edilmeye başlandı. Her ne kadar konuya daha hâkim olan kesimler durumun böyle olmadığını, gazetecilik içerisinde daima sansasyonele ve kimi zaman tamamen yalana ilgi gösteren bir kesimin olduğunu bilse de, bu konuların özellikle popüler medyada ele alınış şekli bunun geniş kesimler tarafından fark edilmesini zorlaştırdı.
Gazetecilik tarihi ile bu tarihin aktörlerine baktığımızda benzer akımların zaman zaman kendisini gösterdiğini ve hatta gazeteciliği ciddi bir şekilde etkilediğini görebiliyoruz. Bunun belki de en önemli örneklerinden birisi de ABD’de 1890’lı yıllarda ortaya çıkan sarı gazetecilik (yellow journalism) akımı.
Bu akım New York’un o dönemdeki iki büyük gazetesi arasındaki rekabetten ortaya çıkan ama sonunda kendilerini daha fazla satış ve para için yalan haberler üreten ve bununla bir savaşı körükleyebilecek noktaya gelen bir tarihe sahip. Kimileri tarafından 1989 yılındaki İspanya-Amerika savaşının da tetikleyicisi olarak görülen bu akımın baş aktörleri ise Joseph Pulitzer ve William Randolph Hearst. Merak eden varsa, burada adı geçen Pulitzer meşhur ödüle adı verilen Pulitzer.
Sarı gazetecilik akımı, günümüzde tabloid medya olarak andığımız gazeteciliğin de atası olarak kabul ediliyor. Sansasyonel ve genellikle altı boş manşetlerin, gazeteciliğin özünden çok o formattan bir gelir elde etmenin temele alındığı tabloid gazetecilik, eğer 1890’lı yıllardaki bu akım olmasa bu kadar popüler olmazdı. Günümüzde de dijitalleşerek clickbait ve benzeri şekillerde kendisini gösteren tüm bu alışkanlıkların özünü gazeteciliğin erken dönemlerine kadar takip etmek mümkün.
Çoğu zaman yeni veya ilk kez karşılaşılmış gibi görünen şeyler, aslında tarihin belirli zamanlarında kendisini bize göstermiş olabiliyor. Bizim bu noktada yapmamız gereken ise tarihi iyi bilmek ve buradan öğrenmek.
Kaynak:NewsLab Turkey