Site icon International Journalists

Murat Yetkin: Ya bir yol bulacağız, ya bir yol açacağız

Ana akım medyadan ayrılıp dijitalde kendisine yeni bir yol çizen isimlerden olan deneyimli gazeteci Murat Yetkin, Türkiye’de mesleğin bir “geçiş döneminde” olduğunu söylüyor. Journo’ya konuşan Yetkin şöyle diyor: “Nereye doğru evrileceği henüz kestirilemeyen bu geçiş dönemi, yeni engeller olduğu kadar yeni imkânlar da getiriyor. Mesele enseyi karartmadan o yeni imkânları bulup çıkarmak, yeni yollar açmak. Kartacalı Hannibal’ın Roma yolunda generallerine dediği gibi, ‘Ya bir yol bulacağız, ya bir yol açacağız.’”

Günümüzde gazetecilik mesleğini sürdürmeye çalışmak büyük bir çaba ve özveri gerektiriyor. Gazetecilerin yıllarca emek verdikleri kurumlar zaman içinde onlara kapı duvar oluyor, işsiz kalanların sayısı her geçen gün artıyor. Pek çok değerli kalem ya mesleğe küsüyor ya da kendine başka bir yol haritası çizerek kendi medyasını kendi oluşturuyor. Bazen dev bir umutsuzluk ruhumuzun en karanlık köşelerine nakış gibi işlerken, bazen de gönlümüzde yatan aslan inatçı çıkıyor ve bizi zorlu ama aydınlık bir yola çağırıyor.

Gazeteci-yazar Murat Yetkin, Hürriyet’le yollarını ayırdıktan sonra başka bir kuruma geçmek yerine kendi blogu YetkinReport’la mesleğini sürdüren isimlerden biri. Ana akım medyada son olarak Hürriyet Daily News Genel Yayın Yönetmeni unvanıyla görev yapan Yetkin ile Türkiye’de değişen gazetecilik dinamiklerini konuştuk.

Ana akımdan ayrıldıktan sonra neden bağımsız olarak gazetecilik yapma kararı aldınız?

Öncelikle “ana akım” diyebileceğimiz bir şey kalmadı ortada. Medyanın yüzde 90’ının sahipliği Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yörüngesinde konumlanmış iş insanlarının elinde. Sadece AK Parti demiyorum, AK Parti içinde dar bir hizbin uygun görmediği hiçbir haber, yazı, program oralarda yer bulamıyor. Ben bunlara “baskın medya” diyorum artık. Birinden çıkıp diğerine girmenin bir anlamını göremiyorum.

‘Bu dönemde kendi hedeflerime doğru yürümek istiyorum’

İkincisi, bu baskın medyanın dışında; haberciliği canla, başla, kısıtlı imkanlarla yürütmeye çalışan değerli meslektaşlarım, arkadaşlarım, onların kurduğu ya da sürdürdüğü çatılar var. Bence yaptıkları iş çok değerlidir. Sağ olsunlar, çoğundan birlikte çalışma teklifi geldi. Her birine aynı şeyi söyledim. Her biriyle de dayanışma halindeyim. Ama şu dönem biraz kendi hedeflerime doğru yürümek istiyorum. Umarım fazla uzun olmayacak bir süreçte yalnız yürümeyi de bırakmayı planlıyorum. Biraz da kurumsallıktan bıktım galiba, bir süre sadece kendi vicdanımla baş başa yürümek istedim.

Kendi sürecinizi kendiniz yürütürken karşılaştığınız zorluklar oldu mu? Yoksa işler sandığınızdan daha kolay ve hızlı mı ilerledi?

Zorluklar oldu. Zorluklar olur. İşin doğasında var. En büyük zorluğum dijital-yerli olmamam; bazı şeyleri sonradan edinmek zaman alıyor, zor oluyor. Çok değerli arkadaşlarım var bana yardımcı olmaya çalışan. Zorlukları göze almadan mesafe alamazsınız.

Okurlarınız bu geçiş aşamasını nasıl karşıladı? Eskiden kalem oynattığınız mecra yerine sadece sizi okumak için gelen okurlarınızı görünce neler hissettiniz?

Okurlarım benden, ben okurlarımdan memnunum; bazıları yerden yere vuruyor, bazıları göklere çıkarıyor, ama olsun. Benim gibi insanlar, onları seviyorum. Beni YetkinReport bloğumda bulup gelenleri görünce ben de seviniyorum.

Türkiye’de gazetecilik denince, şu an nasıl bir noktada olduğumuzu düşünüyorsunuz?

Gazetecilik, daha geniş ifadeyle habercilik dünya çapında bir gerileme, daha doğrusu farklılaşma sürecinde. Türkiye’de ve bazı başka ülkelerdeki siyasi baskılar bu süreci sadece hızlandırıyor. Neticede ezelden ebede var olan değil, sanayi toplumlarının; sanayi toplumlarıyla, onun getirdiği şehirleşme, emek-sermaye ilişkileri, üretim ilişkileri ve daha dar çerçevede kitlesel üretim modelinin bir yan ürünü kitle iletişimi. Bu ilişkilerin doğası değiştikçe, şekil değiştirdikçe kitle iletişiminin doğası da değişiyor. Ben o yüzden “Ah nerede o eski gazetecilik” türü efkâr dağıtma muhabbetini biraz naif, biraz da sığ buluyorum; toplum değiştikçe toplumdaki iletişim biçimleri de değişecektir.

‘Herkesin görmek istediğini okuduğu bir çağdayız’

Bakın, herkesin sadece duymak istediğine kulak verdiği, görmek istediğini okuduğu bir çağdayız. Sosyal medyanın bu durumun nedeninden çok sonucu olduğuna inanıyorum. AHaber izleyen HalkTV izlemiyor, tersi de geçerli. Akit, Yeni Şafak okuyan Cumhuriyet, BirGün okumaz, tersi de doğru. Sabah okuyan, zaten neden bir de Hürriyet okusun gelinen noktada? Gazete ve televizyonların kendi yayın politikaları güya herkese hitap etmeye göre tasarlanıyor ama hâlâ, siyasi ve ideolojik tonlama korunarak.

‘Yeni haber siteleri milyonlara ulaşmaya başladı’

Bu durum artık bizim içinde yetiştiğimiz “Bir sofra kuralım, herkes yiyecek bir şey bulsun” anlayışının çözüldüğünü gösteriyor. O nedenle “Herkese göre bir şey verelim” anlayışına, üstelik bir de siyasi baskı ortamında o tablonun bir kısmı dahi gösterilmezken, rağbet olmuyor. Bakıyorsunuz bir sene önce mesela 300 bin satan gazete 80 bine inmiş, bakıyorsunuz günlük 5 milyon tıklama alan internet sitesi bir sene sonra yarısını bulamıyor. Ama mesela T24, Medyascope, Duvar, Ocakmedya gibi siteler o boşlukları doldurup o milyonlara ulaşmaya başladı. Nereye doğru evrileceği henüz kestirilemeyen bu geçiş dönemi, yeni engeller olduğu kadar yeni imkânlar da getiriyor. Mesele enseyi karartmadan o yeni imkânları bulup çıkarmak, yeni yollar açmak. Kartacalı Hannibal’ın Roma yolunda generallerine dediği gibi, “Ya bir yol bulacağız, ya bir yol açacağız.”

Kurumsal dünya ile yollarını ayıran ve kendi yol haritasını çizen diğer meslektaşlarınıza ne gibi tavsiyeler vermek istersiniz?

Bol keseden nasihat verip moral bozmak istemem, herkesin durumu farklı. Mesleğinin başında, herhangi bir maddi birikimi, tanınırlığı olmadan; ev kirası, çocuğun okulu gibi dertlerle günü birlik uğraşmak zorunda, geçim derdindeki meslektaşlarımın durumu zor. Onlara ahkâm kesme hakkını kendimde görmüyorum. O nedenle örneğin, esir alınmış o eski ana akım medyada çalışan, geçim derdi çektiğini ve çok mutsuz olduklarını bildiğim sevgili arkadaşlarıma, meslektaşlarıma, bir şey söyleme hakkını da kendimde görmüyorum. Onlara sevgiyle Nazım Hikmet’in “Mesele esir düşmekte değil, teslim olmamakta” sözlerini hediye etmek istiyorum. Kendilerine “kurumsal marka değeri” taşımaları adına kimsenin dokunmadığından memnun ağır abilere, ablalara ise diyecek bir sözüm yok, söylemenin de bir faydası olacağını sanmıyorum.

Ama şunu görüyorum: Halkın haber alma hakkı vardır. Bu hak, şimdi unutturulmaya çalışılıyorsa da ortadan kalkmış değil. İnsanlar iyi şeylere layıktır. İyi ürün adresini buluyor. Elden geldiğince iyi işler yapmaya gayret etmek lazım.

Kaynak:Journo

Exit mobile version