Toplumsal kutuplaşma, hoşgörüsüzlüğü getirmekte, ifade özgürlüğü gibi temel özgürlükler de bu hoşgörüsüzlüğün kurbanı olmaktadır.
umhurbaşkanı Tayyip Erdoğan hepsi hepsi iki hafta kadar önce Ankara’da düzenlenen Yeniden Türkiye Sempozyumu’nda yaptığı konuşmada, “Dünyanın hiçbir yerinde medya Türkiye’deki kadar serbest değildir” dedi. Cumhurbaşkanının bu cümleyi samimi düşüncesini yansıtmak için kurduğundan şüphe duymamız için bir neden olmadığına göre, herhalde o günden bu yana meydana gelen gelişmeler, kendisini de söylediklerinin hâlâ doğru olup olmadığı açısından tereddüte düşürmüş olmalıdır. Çünkü Türkiye’de medya özgür olmaktan çok uzaktır.
Şöyle ki, daha dün, Diyarbakır’da bir mahkemede Hazreti Muhammed’in Charlie Hebdo dergisinde yer alan karikatürlerini yayınlayan web sitelerinin ilgili sayfalarına erişimin engellenmesi kararı alındı. Bu karar, Cumhurbaşkanının sözünü ettiği gerçekten ‘serbest medya’ düşüncesi ile çelişmektedir. Çünkü, basın yayın kuruluşları neyi yayınlayıp neyi yayınlamayacaklarına bağımsız editoryal değerlendirme ile kendileri karar verirler, hakiki ifade özgürlüğü bunu gerektirir ve Anayasada güvence altına alınmıştır. Cumhuriyet gazetesinin son Charlie Hebdo dergisinden bazı sayfaları yayınladığı günkü dağıtımının polis tarafından denetlenmesini de bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Cumhurbaşkanı ve Başbakanın son zamanlarda medya temsilcileriyle yaptığı toplantılara sadece hükümet yanlısı gazetecilerin davet edilmesi, bir rastlantı olmaktan çıkmış, kalıcı bir uygulama haline gelmiş görünmektedir. Bu tutum, bazı soruların yetkililere sorulamayacağı, dolayısıyla kamuoyunun yanlı ve eksik bilgilendirilmesi anlamına gelecektir. Basının gerçekten özgür olduğu bir dünyada böyle bir uygulama düşünülemez.
Radyo Televizyon Üst Kurulu, bu ay başlarında, eski Bakanlar Zafer Çağlayan, Egemen Bağış, Erdoğan Bayraktar ve Muammer Güler için Meclis yolsuzluk soruşturma komisyonundaki çalışmaları yansıtan gazete haberlerine, basın özetlerinde yer veren televizyonlara, yayın ihlalinde bulundukları gerekçesiyle ceza verdi. Oysa medyanın gerçekten özgür olduğu bir ülkede, böylesi bir kararı ancak mahkeme verebilir, RTÜK olsa olsa sorunlu gördüğü bir yayını mahkemeye götürebilirdi.
Geçen yıl MİT tırlarının Adana’da durdurulmasına ilişkin olayla ilgili tutanakların önceki gün internette yer alması üzerine, bu tutanakları yayınlayan tüm internet sitelerine erişimin engellenmesi için mahkeme kararı alındı. Karar, Twitter ve Facebook gibi sosyal paylaşım sitelerine erişimin engellenmesini de içeriyordu. Twitter’ın tutanakları yayınlayan hesabı karartmasının ardından engelleme kararının Twitter için uygulanmayacağı anlaşılıyor. Ancak bu olay geçmişte yaşanan YouTube ve Twitter yasaklamalarının hâlâ çok kolay bir şekilde gündeme gelebildiğini, oysa böylesi yasaklamaların AİHM ve de Anayasa Mahkemesi tarafından ifade özgürlüğünün ihlal edilmesi anlamını taşıdığı şeklindeki kararlarının pek dikkate alınmadığını yansıtmaktadır. Yine, medyanın gerçekten özgür olduğu bir ülkede, kritik konulardaki haberlere yayın yasağı konması ve haber araçlarının kapatılması akla gelebilecek uygulamalar değildir.
Mesleklerinde 20 yılı dolduran ve sürekli basın kartı almaya hak kazanan deneyimli gazetecilere bu kartların verilmeyeceği ortaya çıktı. Bu gazetecilere, kart verilmesini Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon (BYEGM) Genel Müdürünün onaylamadığı belirtildi. BYEGM, gelişmeyi resmî internet sitesinden “Sürekli nitelikte basın kartı başvurularına ilişkin kararların onaylanmaması uygun görülmüştür” ifadeleriyle duyurdu. Türkiye’de Medya dünyasının parçası olan bir devlet kurumunun, hiçbir gerekçe göstermeden böyle bir karara varması, herhalde medyanın özgür olduğu bir ülkede görülmez. Böyle bir uygulama olsa olsa keyfi bir uygulamadır ve sadece kurumun yansızlık iddiasını zedeleyecek, medya ortamını zehirleyecektir.
Ve çok yeni bir gelişme, gazeteci ve yazarlar üzerindeki baskıların azalmadan devam ettiğine işaret etmekte. Daha dün, Milliyet yazarı Mehveş Evin’in, Charlie Hebdo ile ilgili yazısı yayınlanmadı. Evin olayı, “Yazımın girişi nedense “sert” bulundu ve değişiklik yapmam istendi. Kabul etmedim, yazı yayınlanmadı” sözleriyle özetledi. Bu durum, özgür düşüncenin aslında hiç de özgür olmadığının tasdik edilmesi değildir de nedir ? Hasan Cemal ve Nuray Mert gibi isimlerin gazetelerinden ayrılmak zorunda kalmaları, medyanın gerçekten de özgür olduğu bir ülkede görülebilir mi ?
Hepsi hepsi son günlerde yaşanan bu olayların sayısını arttırmak çok kolay. Ertuğrul Özkök’ün nasıl bir baskı altına alınmak istendiğine daha geçen gün tanık olduk. Hollandalı Gazeteci Frederike Geerdink’in ülkesinin dışişleri bakanı Ankara’yı ziyaret ederken göz altına alınmasının şaşkınlığını üzerimizden atlatabilmiş değiliz.
Bu örneklere bakıp, Türkiye’de medyanın dünyanın en özgür medyası olduğunu söylemek mümkün değildir. Ama söylenebildiğine göre o zaman ortada ifade özgürlüğü denen temel hakkın gerçekten ne olduğu ile ilgili olarak toplumda ciddi bir anlayış farkı var demektir. Bu anlayış farkını ise sanki o herşeye sinmeye başlayan keskin toplumsal kutuplaşma yaratmaktadır. Toplumsal kutuplaşma, hoşgörüsüzlüğü getirmekte, ifade özgürlüğü gibi temel özgürlükler de bu hoşgörüsüzlüğün kurbanı olmaktadır. Oysa toplumsal uzlaşı ancak hakiki ifade özgürlüğü ile sağlanabilir. Bunu da ancak medyayı özgür kılarak sağlayabiliriz. Hakiki demokrasinin yolunun, ifade özgürlüğünü gerçek anlamda güvence altına almaktan geçtiğini görmek için zaman geldi de geçiyor bile.
Kaynak: Platform24