PROF. DR. VEDAT DEMİR / İletişim Uzmanı
Temel bir insan hakkı olan ifade özgürlüğü, bağımsız medya aracılığıyla iyi bilgilendirilmiş bir toplumun temelini oluşturur. İfade özgürlüğü ile özgür, bağımsız bir medyanın sağlanması, sağlıklı ve güçlü bir demokrasi için hayati unsurdur. Dolayısıyla ‘iletişim özgürlüğü’ evrensel olarak insani haktır.
AKP’nin başarısında Erdoğan’ın kişiliği önemli rol oynamıştır. Geçmişi nedeniyle Erdoğan ve partisi seçmen kitlesinin büyük desteğini aldı. 2002 Seçimlerinde iktidara gelen AKP, sonraki seçimlerde hegemonyasını sürüdürerek Türkiye’nin kontrolünü elinde tutan bir parti oldu. 2002’den bugüne AKP iktidarının belirli dönemleri var.
Reform dönemi, 2005 yılında sona eren ilk 3 yıl ile sınırlıydı. 2005-2007 yılları arasında AKP hükümeti güçlendi. 2007 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde başarısını ve gücünü ortaya koydu. Erdoğan, 2011 yılında ise ‘tek adam’ hedefini gerçekleştirmek için çalışmalarına hız verdi.
ERDOĞAN’IN OTORİTER REJİM DÖNEMİ
AKP’nin ilk dönemine kıyasla, AKP’nin 2007’deki ikinci seçim zaferinden sonra AB süreci ve demokratikleşme reformları ivme kaybetti. 2010’da anayasada bir dizi değişiklik gerçekleştirildi. Referandum ve 2011 Genel seçim zaferinden sonra Erdoğan ve AKP otoriter tek adam rejimi kurmak için hedefine odaklandı.
AKP üst üste üç seçim kazandı. Parlamentoda istikrarlı bir çoğunluğa sahipti. Muhalefetin, Kemalist sivil toplum ve örgütlerin ve o dönemde en büyük tehdit olan ordunun siyasete dahil olmasının üstesinden geldiler. AKP, ikinci döneminde daha fazla güç kazanırken, Türk hükümeti Erdoğan’ın kişisel yönetimine dönüştü. Bu dönemde tekelleşme eğilimlerinin ilk işaretleri daha belirgin hale geldi. Erdoğan kamuoyunda dini referanslar vererek, halkı ikna edici yorumlar yapmaya başladı.
15 TEMMUZ SONRASI MEDYA ÖZGÜRLÜĞÜ
Erdoğan ve AKP, yarı otoriter yönetim biçimini, askeri vesayeti ve gayrı resmi yöneticilerini devirmeyi başardılar. Ancak rejimin yapısını yıkamadılar. Erdoğan, eski rejimi dize getirdikten sonra, kontrol ve dengeleri olmayan tek söz sahibi olacağı başkanlık sistemini teşvik ederek ‘yeni yarı otoriter’ yönetim biçimi kurmaya başladı.
ALLAH’IN LÜTFU
15 Temmuz darbe girişiminin arkasındaki sis perdesi hala gizemini koruyor. Bilinen gerçek ise Erdoğan, “Allah’ın lütfu” olarak tanımlandığı ve kendisine devletin kontrolünü veren, tüm muhalefeti tasfiye etme ve baskı altına aldığıdır. Darbe girişiminden kısa bir süre sonra hükümet ilk olarak 3 ay daha sonrasında da Temmuz 2018 yılına kadar uzattığı olağanüstü hal (OHAL) ilan etti. OHAL ile Erdoğan, Parlamentoyu askıya alarak Anayasa Mahkemesi’nde temyiz edilmeleri engelledi. Darbe girişiminin ardında kimin olduğu kesin olarak belli olmasa da Erdoğan, hükümeti ve hükümet yanlısı medya, “Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ)” olarak adlandırdığı Gülen Hareketine, darbenin ardında olduğunu ilan etti. Gülen grubu ile uzaktan veya yakından bağlantılı herkesi hedef göstererek büyük bir tasfiye başladı.
GAZETECİLERE CADI AVI
Hükümet, “ulusal güvenlik” tehditiyle mücadele iddiasıyla hukukun üstünlüğünün temellerini baltalayan kararnameler yayınladı.” Bu kararlar, keyfi tutuklama ve işten çıkarmaların yanı sıra hükümet tarafından yargı sistemine doğrudan müdahalenin yolunu açtı. Cadı avı, Gülen yanlısı medya ve gazetecilerin yanı sıra Kürt, laik ve sol medyayı da hedef aldı.
TOPLU GAZETECİ TUTUKLAMALARI
OHAL’in ilk 2 ayında aralarında gazete ve dergilerin muhabirleri ve editörlerinin de bulunduğu onlarca tanınmış gazeteci gözaltına alındı. Toplam 620 basın kartı iptal edildi. Gazetecilere yakalama oranı şaşırtıcı oranda fazlaydı. İlk olarak 25 Temmuz’da gazetecilere 42 tutuklama emri çıkarıldı. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) sorgulama kayıtlarını analiz ederek, “Gülen Hareketine sempati duyan medya kuruluşlarında çalıştıkları için birçok gazeteci hedef alınıyor. Gazeteci olarak yaptıkları iş cemaat üyeliğine ve bu da darbe girişimine ortak olduğu varsıyılıyor” denildi.
Darbe girişiminin ardından Gülen Hareketi veya Kürt medyasıyla ilişkili olduğu iddia edilen 160 medya kuruluşu hükümet kararnameleriyle kapatıldı. Kasım ayı ortalarında, yazarlık ve gazetecilik faaliyetleri temelinde duruşma öncesi tutuklu bulunan gazeteci sayısı 144’e yükselmişti. Bu rakam Türkiye’yi gazetecilerin hapsedilmesinde dünya lideri yapmıştı. Bu gazetecilerin ve köşe yazarlarının çoğu hiçbir kanıt olmadan gözaltına alındı. Devlet yayın kuruluşu TRT ve Anadolu Ajansı yüzlerce çalışanı görevinden uzaklaştırdı. Bu çalışanlar da Erdoğan’ın kurbanı oldu.
MEDYAYI SUSTURMA YÖNTEMİ
Türk medyası, AKP’nin kamusal alandaki hakimiyetinin açık bir örneğiydi. Özel medya patronlarına karşı kışkırtma, iftira ve terör propagandası gerekçesiyle yasaları kullanarak baskı gerçekleştirildi. Bu yöntem AKP’nin birkaç televizyoncu ve yayıncı hariç Türk medyasını ele geçirme yöntemidir.
2016’daki darbe girişiminin ardından hükümet tarafından bağımsız medyaya ve basın özgürlüğüne yönelik baskılar yoğunlaştı. Basın sansürü uzun zamandır bir yöntem olarak kullanılıyordu. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP hükümeti, muhalefeti susturmak için daha fazla yöntemler kullandılar.
MEDYA PROPAGANDA ARACINA DÖNÜŞTÜ
Birçok medya grubu 2001’deki ekonomik kriz nedeniyle iflas etmişti. Devlet, AKP iktidara geldiği 2002 yılında Türkiye’nin en büyük medya patronu olmuştu. Erdoğan bu durumu hükümetinin ve destekçilerinin lehine kullandı. Devlete ait medya kuruluşlarını derin ilişki içerisinde olduğu iş adamlarına devretti. Devredilen medya kuruluşları AKP hükümetinin propaganda organlarına dönüştürüldü. Ardından muhalif köşe yazarları ve gazetecilerin tasviye edilmesi sağlandı.
Türkiye medyası, halkın AKP’ye desteğini sürdürmesinde önemli bir rol oynadı. Erdoğan ve partisi, eleştirilerini sürdüren özel medya sahiplerine baskı uyguladı. Medya üzerinde kontrol sağlayarak devletin gücünü kendi çıkarları için kullandılar. Kışkırtma, iftira ve “terör propagandası” adı altında keyfi yasalar çıkardılar. Erdoğan’ın yaptıklarını çok az sayıda yayın kuruluşu eleştirebildi.
YARGI BASKISI
Erdoğan’ın özgür basını susturma yöntemlerinden bir diğeri ise ceza ve adalet sistemini kullanmasıdır. Hukukun üstünlüğü ilkesindeki hatalardan kaynaklanan basın özgürlüğü ihlalleri de dahil olmak üzere tüm insan hakları sorunlarının temelinde derin yapısal problemler yatmaktadır. Bu sorunu ele almadan, Türkiye’de temel haklarla ilgili herhangi bir konuyu açıklığa kavuşturmak mümkün değil. Son on yılda yargıda ki ihlaller, yargıyı hükümet aracına dönüştürdü. AKP, 2010 anayasa referandumunun ardından Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)’nun
kontrolünü ele geçirdi.
Hükümetin bakanlarının isimlerinin de karıştığı Aralık 2013 Yolsuzluk Soruşturmasından sonra, Gülen Hareketine bağlı editörler, gazeteciler ve köşe yazarları ile muhalif gazeteciler tutuklandılar. Başarısız darbe girişiminin ardından Gülen Hareketi üyeliğiyle gazetecilerin yargılanması zirve yaptı. Gülen Hareketi veya başarısız darbe girişimi ile bağlantısı olduğu gerekçesiyle 80’e yakın gazeteci gözaltına alındı. Ekim 2016’da Cumhuriyet gazetesinin 12 üst düzey çalışanı hem PKK hem de Gülen Hareketine bağlı oldukları suçlamasıyla tutuklandı.
GAZETECİLERE YÖNELİK ŞİDDET
Birçok muhalif gazeteci ve ailesi, Erdoğan’ın yanı sıra destekçileri tarafından tehdit edildi ve saldırıya uğradı. Bu saldırılar muhalifeti susturmak ve sürgün etmeyi amaçlıyordu. Hükümetin bir başka susturma yöntemi de muhalif televizyon kanallarının uydu ve dijital platformlardan kaldırılmasıydı. Bu yasaklamalar televizyon kanallarının kapatılmasına yol açtı.
ERDOĞAN’IN NEFRET SÖYLEMİ VE MEDYAYA MÜDAHALESİ
Gazetelerin ve televizyon kanallarının içeriğine Erdoğan tarafından sürekli müdahale ediliyordu. Erdoğan ile Habertürk TV’nin üst yöneticisi arasında sosyal medyaya da sızan ses kaydında müdahalenin bir örneği açıkça görülüyordu. Bu ses kaydında Erdoğan, televizyonun üst düzey yöneticisini muhalif bir politikacının haber bültenindeki görüşleri yayınlandığı için telefonda azarlıyor, hakaret ediyor ve bağırıyor. Telefon görüşmesi sonucunda muhalif siyasetçiyle ilgili kısım haber bülteninden hızla çıkartıldı.
Temel bir insan hakkı olan ifade özgürlüğü, bağımsız medya aracılığıyla iyi bilgilendirilmiş bir toplumun temelini oluşturur. İfade özgürlüğü ile özgür, bağımsız bir medyanın sağlanması, sağlıklı ve güçlü bir demokrasi için hayati unsurdur. Dolayısıyla ‘iletişim özgürlüğü’ evrensel olarak insani haktır