42 aydır Silivri Cezaevinde tutuklu bulunan Ahmet Altan, Alman dergisi Kulturaustausch’un Şubat sayısı için bir yazı yazdı. “Beni hapse atanların entelektüel çaresizliğini ve zavallılığını gördüğümde hapiste olmak üzücü gelmiyor” dedi.
“Geçenlerde 70 yaşımı bitirdim. Dostlarım hapishanede kutladığım bu dördüncü yaş günümde, yaşamak zorunda kaldıklarımdan dolayı üzüldüler. Onlara üzülmemelerini söyledim. “Yetmiş yaşındayım” dedim, “yeni bir roman bitirdim ve hapisteyim. Böylesine hareketli bir yetmiş yaş, gülleri budamaktan daha eğlenceli.”
İKİNCİ ROMAN BİTTİ
İngilizceye ve Almancaya çevrilen “Bir Daha Dünyayı Asla Göremeyeceğim” adlı romanını cezaevinde yazan Altan, ikinci romanı da bitirdiğini müjdeledi.
Ahmet Altan 4 Kasım 2019’da tahliye olduğunda koğuş arkadaşı Selman Gülen’i ve hukuksuz yere tutuklu bulunan insanları anlattığı Kağıttan Flüt adlı bir yazı aleme almıştı. Bu yazıyı yazdıktan sonra tekrar tutuklandı. 10 gün sonra bu kez “Üç Cam Kutu”yu kaleme aldı. Le Monde gazetesinde yayınlanan bu yazıda Altan, özgür olduğu 8 günü ve milliyetçilik üzerine fikirlerini anlatıyordu.
Ahmet Altan’ın yeni yazısı:
İnsan, her yaşta değişik sorularla karşılaşır. Bu sorular, “büyüyünce ne olacaksın?” diye başlar, “okul nasıl,” “sevgilin var mı,” “hangi üniversiteye gideceksin,” “hangi işe gireceksin,” “ne zaman evleneceksin,” “çocukların nasıl” diye devam eder. Benim yaşımdakiler ise, “gülleri budadın mı,” “torunlar ne zaman gelecek,” “komşuya televizyonu kısmasını söyledin mi,” “ilaçlarını aldın mı” sorularını duyar genellikle. Bana en çok sorulan soru ise yaşıtlarımın pek duymadığı türden bir soru: “Haksız yere hapiste olmak seni üzmüyor mu?” Bu soruya Sokrat’tan ödünç aldığım bir cümleyle cevap veriyorum: “Haklı yere hapis yatsam daha mı iyiydi?”
Bu cevap, cezalandırılmanın kaçınılmaz olduğunu kabul eden bir görüşün sonucu elbette. Bazı zamanlarda, bazı ülkelerde yazarların, düşünürlerin, filozofların cezalandırılması, hapse atılması, öldürülmesi hayatın neredeyse doğal bir parçası hâline gelir. Ben böyle bir zamanda, böyle bir ülkede yazarlık yapıyorum. Yazı yazan, düşünen yüzlerce, binlerce insan gibi ben de hapisteyim. Ve “haksız” yere hapsedilmiş olmak beni üzmüyor, aksine beni daha güçlü kılıyor, beni hapsedenleri küçümsememi, yaşadıklarıma çok da aldırmamamı sağlıyor.
Sokrat’ın, kendisini öldürecek baldıran zehri hazırlanırken elindeki lirle yeni bir parçayı çalmaya uğraştığı anlatılır. “Ne işine yarayacak yeni bir parçayı çalmayı öğrenmek” diye sorarlar, “ölmeden önce bu melodiyi bilmeme yarayacak” diye cevap verir. Ölüm karşısında böylesine sarsılmaz biçimde durabilmesinin, kendisini öldürenlerin haksızlığını ve güçsüzlüğünü bilmesinden kaynaklandığını düşünmek mümkün sanırım.
Sizi hapse atacak ya da öldürecek kadar güçlü olanların, sizin fikirlerinize fikirle karşı çıkamayacak kadar zayıf ve yetersiz olmaları, bu tuhaf çelişki, “kurbana” müthiş bir direnç ve üstünlük duygusu veriyor. O zaman, Sokrat gibi ölmeye hazırlanırken lir çalabiliyorsunuz.
Yöneticilerin düşünceden korktuğu toplumlarda siyasi iktidarlar dehşet verici bir kaba güce, buna karşılık acınacak derecede zayıf entelektüel donanıma sahiptir. Kaba güçlerini geliştirdikçe entelektüel güçleri zayıflar. Bir zamanlar, body building yapan bir gencin anılarını okumuştum. Kaslarını geliştirmek ve vücudundaki yağları yakmak her gün biraz daha bağımlı hâle geldiği bir tutkuya dönüşmüş. Muhteşem kaslar geliştirmiş ve vücudunda neredeyse bir gram bile yağ kalmamış. Ayak tabanındaki, yere sağlam basmasını sağlayan yağ tabakası da eriyip yok olmuş. Çok güçlü, çok gelişmiş kaslara sahipmiş ama tabanlarında yeterince yağ olmadığı için şöyle hafifçe ittiğinizde bile yıkılıyormuş. Bütün toplumu denetim altına almak, hiçbir muhalif sese izin vermemek, her düşünceyi ezmek, yargıyı cezalandırıcı bir sopa gibi kullanmak isteyen her siyasi iktidarın, aynen o “vücutçu” genç gibi kaslarını geliştirdikçe tabanlarını eritip zayıfladığını düşünüyorum. Sonunda kendilerini en güçlü sandıkları, görünüşte en güçlü oldukları an, onların en zayıf olduğu ve bir itişte yıkıldıkları duruma dönüşüyor.
Bütün bunları bilmek insanın direnme yeteneğini geliştiriyor. “Kimseyi korkutacak kaslara sahip değilim ama kimsenin yıkamayacağı sağlam tabanlarım var” diye düşünüyorsunuz.
Geçenlerde 70 yaşımı bitirdim. Dostlarım hapishanede kutladığım bu dördüncü yaş günümde, yaşamak zorunda kaldıklarımdan dolayı üzüldüler. Onlara üzülmemelerini söyledim. “Yetmiş yaşındayım” dedim, “yeni bir roman bitirdim ve hapisteyim. Böylesine hareketli bir yetmiş yaş, gülleri budamaktan daha eğlenceli.”
Gerçekten de böyle düşünüyorum. Beni hapse atanların entelektüel çaresizliğini ve zavallılığını gördüğümde hapiste olmak üzücü gelmiyor.
İhtiyarlık, insanın hayattan beklentisi kalmamasıdır. Hareketin durmasıdır. Böyle giderse ihtiyarlama fırsatı bulamadan öleceğim. Hayatım beklenti ve hareket dolu. Beklentiyi, yazdıklarımla kendim yaratıyorum, hareketi de beni hapse atanlar yaratıyor. Böyle bir 70 yaştan şikâyet etmek doğrusu haksızlık olur.
Bir de lir çalmayı bilseydim eğlence tam olacaktı.
Kaynak: P24