400 gün cezaevinde kalan gazeteci Kibriye Evren: Bizler cezaevindeki meslektaşlarımızla dayanışma adına mektup yazmaktan, onların yanında olduğumuzu hissetmelerinden bile imtina ediyoruz. Sanırım angarya gibi geliyor. Bizlere angarya gelen o kısa mektup aracılığı ile dışarıyla bağlarını kuruyoruz aslında. Oysa mektuplar soluk oluyor, gelen her mektupla yalnız olmadığını hissediyorsun. Ancak maalesef bu konuda gazeteciler biraz vefasız diyebilirim.
“Mesleğimi yaptığım süre boyunca gazetecilik ilkelerine riayet ettim. Bu dosyayla gazetecilik illegalize edilmeye çalışılmaktadır. Unutulmamalıdır ki kadının olduğu her yer gazetecilik alanıdır.”
Bu sözler mesleki faaliyetleri ve sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek 9 Ekim 2018 tarihinde gözaltına alındıktan 3 gün sonra tutuklanan ve 400 gün cezaevinde kalan gazeteci Kibriye Evren’e ait. “Örgüt üyeliği” ve “örgüt propagandası” iddiası ile yargılanan Evren’in tutuklanma gerekçeleri arasında yurt dışına gidip gelmeleri, haber amaçlı yapmış olduğu sosyal medya paylaşımları ve gizli tanık beyanları bulunuyor.
Gazeteci Evren ile cezaevinde yaşadığı süreci ve bu esnada karşılaştığı hak ihlallerini konuştuk.
‘Dokunulması gereken hayatları gördükçe yalnızlık hissim uçup gitti’
Cezaevine girdiği ilk gün polislerle tartışma yaşadığını aktaran Evren, yaptıklarının mantık dışı olduğunu söylediğinde polislerden “Burada mantık aramayın,” cevabını aldığını belirtti. Cezaevi sürecinde yalnızlıkla mücadelesini aktaran Evren, “Gerçekten cezaevine girdiğim andan çıkana kadar her gün o kadar çok mantık dışı olayla karşı karşıya kaldım ki, bu beni oldukça etkiledi. Ayrıca sürekli sahada olan bir gazeteci olarak cezaevi ilk bakışta oldukça dar ve kapalı bir mekan ben burada nasıl yaparım, buraya sığamam diye düşündüm. Derin bir yalnızlık duygusuna kapıldım. Tutuklu kadınlarla konuşup sohbet ettikçe aslında orada farklı yaşamların, kadın hikayelerinin ve dokunulması gereken hayatların olduğunu gördükçe yalnızlık hissim bir anda uçup gitti” diyor.
‘Kadınların hikayelerini işleyen haberler yaptım’
Gazeteci refleksi ile etrafındaki her olaya haber, herkese ise haber kaynağı olarak bakan biri olarak cezaevlerinde habere ulaşmanın zor olmadığını söyleyen Evren, bu süreçte ilk olarak cezaevinde bulunan kadınların yaşadığı hak ihlallerini haberleştirdiğini aktarıyor. Cezaevinde toplumun her kesiminden, her yaştan ve her meslekten kadın olduğunu aktaran Evren, “Onların hayat hikayelerini işleyen haber ve röportajlar yaptım. Ayrıca cezaevlerinde çok fazla sayıda hasta tutsak var ve tedavileri sağlıklı bir şekilde yapılmıyor. Onları görünür kılmak, sağlığa erişim hakkı ile ilgili daha fazla duyarlılık yaratmak için haber yaptım” diyerek cezaevinin mesleğini engellemediğini ifade ediyor. Cezaevi günlerinin yoğun geçtiğini ve dışarıda sürekli koşuşturma içinde olduğundan dolayı kendi kişisel gelişimine yeterli zaman ayırma fırsatı olduğunu aktaran Evren sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Sabah altı buçukta kalkıp mutlaka spor yapıyordum. Yedi buçukta kahvaltı yapıyorduk. Kişisel ve koğuş temizliğinden sonra bireysel yoğunlaşıyorsun. Dışarıda okumak istediğim fakat okuyamadığın kitapların bir kısmını bu süre zarfında okudum. Bazı konular üzerine araştırma yapma fırsatım oldu. Yine günlük siyaseti takip etme ve gazete okuma pratiğini daha iyi sürdürdüm. Ayrıca günlük gelişmeler üzerine tartışmalarımız oluyordu. Doğrusu güzel filmleri hiç kaçırmıyordum, bol bol belgesel izleme zamanı oluşturdum kendime. Okuma yazması yeterli olmayan arkadaşlar ile beraber okuma yazma çalışmaları yaptık. Yani insan yeterince sistemli olursa cezaevindeki zamanını dolu dolu geçiyor.”
‘Cezaevindeki kadınlarla Dersim’e gitmeyi hayal ederdik’
Cezaevinde kaldığı süre içinde en çok Dersim’i (Tunceli) özlediğini belirten Evren, cezaevinde arkadaşları ile Munzur nehrinin sesini dinlemeyi hayal ettiklerini anlatarak “Ana Fatma’da su içmeyi, beyaz köpükleri ile hırçın akan Munzur’u, görkemli dağlarını, temiz havasını ve Seyid Rıza parkında oturup çay içmeyi özledim… Kürdistan’ın o güzel ve acılı coğrafyasını kameramla çekmeyi özledim” diyor.
‘Sadece siyasilerden değil, adli tutuklulardan da mektup alıyordum’
Evren tutuklu olduğu süre zarfında çok sayıda mektup aldığını ve kendisine ulaşan mektupların hepsini haberleştirdiğini aktarıyor. Gelen mektupların sadece siyasi tutuklulardan değil, adli tutuklulardan da iletildiğini belirten Evren, “Gazeteci olarak cezaevinde de olsan diğerlerinin sana yönelik bakışı aslında değişmiyor. Seni bir tutsaktan ziyade sesini, yaşanılan hak gaspını ve ihlalleri halka ulaştırması gereken biri olarak görüyorlar. Yani orada da sana bir misyon biçiyorlar. Özellikle batıdaki cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri çok yoğundu ve daha fazla mektup oradan geliyordu. Avukatlar aylarca, yıllarca gitmiyor, aileleriyle yıllarca yüz yüze görüşme şansları olmuyor. Dolayısıyla senin aracılığınla seslerini ve yaşananları duyurmak istiyorlar” diyerek çok sayıda haber yaptığını ifade ediyor.
‘Türkiye’de cezaevi demek, hak gaspı demek’
“Türkiye’de cezaevi demek hak ihlalleri ve hak gaspı demek” diyen Evren, özellikle F tipi ve yüksek güvenlikli cezaevlerinde hak ihlallerinin artarak devam ettiğini belirtiyor. Tüm cezaevlerinde yaygınlaştırılmış ve derinleştirilmiş tecrit uygulamalarının olduğunu vurgulayan Evren, yaşadığı hak ihlallerini şöyle anlatıyor:
“Örneğin, cezaevi personeli tarafından maruz kaldığın tacize, hakarete, kötü muameleye, hak gaspına karşı yaptığın yazılı ve sözlü itiraz o personele cezasızlık, tutukluya ise ağır ceza yaptırımı olarak dönüyor. Örneğin, hücre cezası veriliyor. Kürtçe stran söylemek, halay çekmekten dolayı iletişim, spora çıkmama, görüş cezası alabiliyorsun. Temel insani ve kadınsal ihtiyaçlarına ulaşmakta zorluk çekiyorsun. Hem de kadın cezaevinde bunun olması trajikomik. Ayrıca yirmi dört saat boyunca kamerayla yaşam alanlarınızda gözetleniyorsunuz. İhtiyaç yerlerinize kadar her alanı görüyor kameralar.
Mektuplarınız sansürlenerek (biz ‘biplendik’ diyorduk) veriliyor veya canları istemiyorsa vermiyorlar bile. Kitap kotası var örneğin ve her tutsağın 10 kitap alma hakkı var. Banyo yapmak için sıcak su yalnızca bir saatliğine ve bir gün arayla veriliyor. Mesela benim bulunduğum koğuşta 12 kadın vardı. Hasta tutsaklar sağlıklı tedavi edilmiyor, sağlığa erişemiyor. Yemekler hijyenik değil ve yağlı, üstelik çok kalitesiz malzemeler kullanılıyor. Neredeyse tutsakların çoğu mide ve bağırsak sorunu yaşıyor. Yeni Yaşam gazetesi verilmiyor. Kırtasiye malzemesi çok sınırlı. Neresinden tutarsanız tutun, keyfi uygulama ve hak ihlalleri aracılığı ile tutsakları kimliksizleştirmek ve pasifize etmek istiyorlar. İşte polisin bize ‘mantık aramayın’ dediği aslında tam olarak budur.”
‘Biz muhalif gazeteciler ötekileri görünür kılıyoruz’
Muhalif gazetecilerin her an tutuklama riski ile karşı karşıya kaldığını anlatan Evren, “Yazdıklarımız, söylediklerimiz ve paylaşımlarımız ile sürekli eleştiriyor ve yanlışı teşhir ediyor, toplumdan gizlenenleri görünür kılıyoruz. Mikrofonumuzu uzattığımız kişiler zaten mevcut iktidarın görmek istemediği, yok saydığı, hak ve özgürlüklerini kısıtladığı, sesini ve taleplerini bastırdığı ötekilerdir. Biz muhalif gazeteciler ötekileri görünür kılıyoruz. Tutuklanmam benim için bundan dolayı sürpriz olmadı. Hele de Kürt, kadın, kızılbaş ve gazeteci iseniz her an tutuklanmaya hazırlıklı olmanız gerekiyor” sözleri ile iktidarın kadınlardan korktuğunu aktarıyor.
‘Yargılanmanın neresi adil olabilir ki?’
Evren 13 ay boyunca hiçbir delil gösterilmeden tutuklu kaldığını belirterek, “Dünyanın neresinde olursa olsun her gazeteci benim yaptıklarımı yapar. Nedir bunlar? Haber takip etmek için yurt içinde ve yurt dışında seyahat eder. Haber kaynaklarını oluşturur. Sivil toplum örgütlerinin ve siyasi partilerin çalışmalarını takip eder ve bu kurumların kapılarını aşındırırsın. Kadın ajansında çalışan bir gazeteciysen kadına dair her faaliyet için kadın aktivistlerle görüşürsün, faaliyetlerini takip edersin. Tüm bunlardan dolayı yargılanmanın neresi adil olabilir ki? Zaten kovuşturmanın başından beri hukuksuzluk yapılıyor, buna hala da devam ediliyor” diyor. Evren’e göre gazeteciler yalnızca mesleklerini icra ettiği için ‘örgüt üyesi’ olamaz. Evren sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Cezaevinde bulunan diğer gazeteci arkadaşlar ile mektuplaştım ve çok değerli dayanışma mesajları aldım. Biliyorsunuz 168 günü bulan bir açlık grevinde de yer aldım. Bundan dolayı da tüm cezaevlerinden, dışarıdan, yurt dışındaki meslektaşlarımdan, kadınlardan ve gençlerden ruhumu, beynimi ve bedenimi besleyen ve direncime direnç katan mektuplar aldım. Hepside anlamlı ve umut dolu idiler. Maneviyatımı, moral ve motivasyonumu güçlendiren mektuplardı. Sizin aracılığınızla beni mektuplarıyla, güzel dilekleriyle besleyen ve yalnız bırakmayan herkese sevgilerimi gönderiyorum. Bu süreçte beni en fazla etkileyen şeylerden biri cezaevlerinde yaklaşık 168 günü bulan, dışarıda ise 200 güne ulaşan açlık grevinin yaratmış olduğu birlik, dayanışma ve ortak ruhun ne olursa olsun kazanmaya kilitlenmesiydi. İmralı’dan başlatılan ve tüm topluma yayılan derinleşmiş ve genelleşmiş tecrite karşı göstermiş olduğu direnişti. 2012 açlık grevleri döneminde de dışarıda yaşananlara tanık oldum fakat cezaevinde olup da sürecin içinde yer almak çok farklıydı, ruhani bir yönü vardı.”
‘Kendimi kuş gibi hafif hissettim’
Tahliye olduğunu duruşma esnasında öğrenen Evren, “Önümde duran bilgisayarın ekranında tahliye olduğum yazıyordu. Ben yazıyı okuduktan sonra hâkimin ne dediğini bile duymadım. O an iki duyguyu aynı anda yaşadım. Öncelikle üzerimden sanki kocaman bir yük kalktı ve bir kuş kadar hafiflediğimi hissettim. Aynı anda ise cezaevinde kalan arkadaşları düşündüm. İşte o zaman tüm yaşadıklarımdan ve tanıklıklarımdan sonra ‘artık ben, eski ben olmamalıyım’ dedim” diyerek tahliye anında yaşadığı hisleri paylaşıyor.
‘Meslektaşlarımıza uygulanan haksızlık için ne yapıyoruz?’
Mesleğine kaldığı yerden devam edeceğini belirten ve kendi adına başka bir alternatifi düşünmediğini aktaran Evren, Türkiye’de 114 tutuklu gazetecinin olduğuna dikkat çekiyor. Binlerce gazetecinin ise işsiz olduğunu belirten Evren, “Peki biz meslektaşlarımıza uygulanan haksızlıklar ve hukuksuzlar için ne yapıyoruz? Bazı kurumların bu noktada sesi çıksa da, çabaları olsa da, bunlar yetersiz kalıyor. Örgütlü bir duruş yok. Bizler cezaevindeki meslektaşlarımızla dayanışma adına mektup yazmaktan, onların yanında olduğumuzu hissetmelerinden bile imtina ediyoruz. Sanırım angarya gibi geliyor. Bizlere angarya gelen o kısa mektup aracılığı ile dışarıyla bağlarını kuruyoruz aslında. Oysa mektuplar soluk oluyor, gelen her mektupla yalnız olmadığını hissediyorsun. Ancak maalesef bu konuda gazeteciler biraz vefasız diyebilirim,” diyerek gazetecilerin dayanışma anlamında yetersiz kaldığına işaret ediyor.
‘Türkiye çelişkiler ülkesi’
Son olarak Türkiye’nin çelişkiler ülkesi olduğunu ve mevcut iktidarın kafasının karışık olduğunu belirten Evren, “Bir taraftan yargı paketi adı altında zaten mevcut anayasada var olan ama uygulamadığı yasaları sanki yeni bir yargı reformuymuş gibi topluma sunuyor. Örneğin, ‘haber verme sınırlarını aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç sayılmaz’ zaten anayasada var. Anayasadaki bir düzenlemeyi getirip ceza maddesinin içerisine koymak reform anlamını taşımaz. Yapılan eleştirileri ve kendisine muhalefet edenin her sözünü suç olarak gören bir anlayış ile karşı karşıyayız. Kim söylemiş, kime karşı söylemiş buna bakılıyor sadece. Önemli olan bu yargıdaki zihniyeti değiştirmek, demokratikleştirmek. Bu yargı paketiyle hem tutuklular, hem de aileleri üzerinden umut tacirliği yapıyorlar aslında, gündem saptırtarak toplumu oyalamak istiyorlar. Şimdi Melike (Aydın), Ruken (Demir), Sadiye (Eser) ve Sadık (Topaloğlu) gazetecilik faaliyeti dışında ne yapmış olabilirler? Hepsi yıllarca sahada beraber, hatta aynı ajansta çalıştığımız meslektaşlarımız” diyerek gazeteciliğin suç olmadığını bir kez daha dile getiriyor.
Kaynak: Seda Taşkın, MLSA Turkey